Diş Çürümesi, Diş Çürükleri, Diş Çürüğü hakkında bilgi

Diş Çürümesi, Çocuklarda ve Yetişkinlerde Dişlerin Çürümesi


Dişlerin en sık görülen hastalığı olan diş çürüğüne kar­şı zamanında önlem alınması gerekir.

Diş çürüğü günümüzün bel­ki de en yaygın hastalığıdır. Toplam nüfusun yüzde 90'mda görülür. Bu yaygınlığıyla yalnız kişilere değil toplumsal yaşama da bü­yük zarar verir. Ülkelerin ekono­misinde yol açtığı işgücü kaybı son de­rece büyüktür. Ayrıca diş çürüklerinin yeter­siz çiğneme sorunlarına, yerel ve genel hasta­lıklara neden olduğu da unu­tulmamalıdır.

Uygarlığın ilerlemesiyle diş çürüğü­nün görülme sıklığı arasında sıkı bir ilişki vardır. Tarihöncesi çağ­larda diş çürüğü gibi bir so­run olmadığı, Paleolitik Çağ'da bel­ki de hiç rastlanmadığı anlaşılmakta­dır. Diş çürüklerine ilişkin en eski bil­giler Portekiz'de küçük bir yerleşim bölge­si olan Müge yakınların­da bulunan 200 kadar kafatası fosilin­den elde edilmiştir. Paleolitik'i izleyen Mezoli­tik Çağ'dan (İÖ 10.000 - 6.000 yılları arası) günümüze ulaş­mış olan bu kalıntılarda çürük diş oranı çok azdır. Diş çürükleri daha sonraki evre olan Neolitik (Cilalı Taş) Çağ'da insan­ların yerleşik düzene geçip ta­rım ve hayvancılıkla uğraş­maya başlamalarıyla yaygınlaşmıştır. Paleolitik Çağ veri­leri günümüz ilkel toplulukları için de geçerlidir. Afrika'nın güneyinde yaşa­yan Sanlar (Buşmanlar) arasında diş çü­rüğüne hiç rastlanmamıştır. Ayrıca eski yaşama alışkanlıklarını sürdü­ren Eskimolar ile kentlere yerleşerek günümüz uygarlığının sağladığı yaşama ve bes­lenme alışkanlık­larını edi­nmiş Eskimolar arasında diş çürüğüne rastlanma ora­nı bakımından büyük farklar görülmek­tedir.

Diş Çürümesine Karşı Beslenmenin Önemi

Değişik beslenme alışkanlıkları olan halk­lar arasında yap­ılan istatistikler beslen­menin diş çürüklerinin oluşma­sında önemli bir rol oynadığını göstermiş­tir. Beslenme düzenleri doğal besin­lere dayanan topluluk­larda, diş çürükle­rinin sıklığı belirgin ölçüde düşüktür. Avrupa'da II. Dünya Savaşı sırasında diş çürümelerinin azaldığı görülmüştür. Ama savaştan sonra gene savaş önce­sindeki orana ulaşıl­mış ve savaşın ar­dından dört beş yıl geçtik­ten sonra bu oranın daha da yükseldiği belirlenmiş­tir.


Savaş yıllarındaki azalma büyük olasılık­la doğal besin­lere dayalı beslenmeyle ilişki­lidir. Sonraki a­rtış ise 1944-48 arasında doğanlarda, ekonomik bu­nalım sonucu gelişen yaygın raşitizme bağlı olabilir. Diş çürümesinde, katı ve sıvı besinler arasın­daki oran, yan­lış beslenme alışka­nlıkları ve hatta coğrafi, jeolojik, ekonomik ya da toplumsal du­rum bile etkili olabilir.

Sert ve çiğ gıda­ların dişlerde temiz­leyici etkisi vardır. Bun­lar ayrıca dişle­rin destek dokularını da güçlen­dirir. İş­lenmiş ve yumuşak gıdaların beslenme­deki oranının yükselmesi çiğneme işle­vini azaltarak hem diş çürümesinde ge­nel bir artışa, hem de yakın zamana de­ğin sağlamlığını koruyan kesici­dişlerde çürüklerin görülmesine neden oldu. Belli bir sertliği olan yiyeceklerin çiğ­nenmesi, kesicidiş uçlarının ve burada­ki pürüzlerin aşınmasına yol açarak za­manla çiğneme yüzeyleri­ni düzleştirir ve besin artıklarının birikerek çürüme sürecini başlat­tığı noktaları ortadan kal­dım. Uygar toplumlarda sert ve çiğ gı­dalarla beslenen halklarda görülen tipik aşınmış dişlere rastlamak giderek zor­laşmaktadır.

Karbonhidratlarca zengin bir bes­lenmenin de çürük oluşumunu kolay­laştırdığı bilinir. Uzun süre çürüklerin başlıca nedeni olarak şekerin mayalan­masından oluşan asitler gösteril­miştir. Günümüzde çürüme etkenlerinin çok daha çeşitli ol­duğu bilinmektedir. Bu süreci yaratan neden­ler çok değişiktir ve uzmanlar arasında hâlâ tartışma ko­nusudur.

Diş Çürümesi Nedenleri, Dişler Neden Çürür

Kimyasal kuram olarak bilinen bir gö­rüşe göre çürükler ağızda biriken be­sin artıklarından kaynaklanır. Bu artıklar ayrışırken açığa çı­kan asitler diş doku­sunun mineral bileşimini parçalar. Bak­teri kuramına göre ise minenin organik bölümü­nün parçalanmasından bazı bak­teriler sorumludur. Bunu izleyen ikinci aşamada mineral bö­lüm parçalanır. Bu iki ayrı yaklaşımı birleştiren daha yeni bir kurama g­öre yiyecek artık­larında üreyen bakteriler asit üre­terek, dişin mi­neral desteğini parçalamaktadır. Ağız boşluğun­daki tükürük salgısının orta­mın asitliğini düzenleyici bir etkisi var­dır. Ama bu etki bakterilerin oluşturdu­ğu diş plak­ları karşısında yetersiz kalır. Plaklar ortamı asitleştirir ve çürüklerin oluş­masına yol açar.

Diş çürümesine ilişkin olarak öne sü­rülen bu görüşler ağız temizliği konusunda bilimsel çalışmaların başlama­sını sağladı. Sonun­da diş fırçalan ve diş macunlan gün­lük yaşama girdi. Çürü­meyi engellemek için minenin belir­li bölgelerinde laktik asit birikiminden sorumlu olan plağın ort­adan kaldırılma­sı gerektiği sonucuna varıldı.

Son dönemde ise tükürük kura­mı ortaya atıldı. Bu kurama göre çürük, di­şin dışındaki biyolojik sı­vı olan tükürük ile içt­eki organik sıvıları ayıran yarı ge­çirgen bir zar gibi işlev gö­ren karmaşık bir sürecin ürünü­dür. Bu nedenle doku yıkımına yol a­çan hasta­lıklar, vitamin yetmezlikleri, enfeksiyonlar ve zehir­lenmeler organizmanın dolaşım­daki sıvılarını değişikliğe uğratırken etkilerini dişte de gösterirler. Çürüklerin yerel nedenleri, kalıt­sal ya da edinilmiş yat­kınlığa bağlı olarak ortaya çıkabi­lir. Bu yaklaşıma göre aşağı­da belirtilen etken­ler çürüklerin önlen­mesinde bü­yük önem taşır: Minerallerce zengin beslen­me, vitaminler, gebe­lik ve ilk çocukluk döneminde bol protein alın­ması, kar­bonhidrat ve şeker alımının sınırlandırıl­ması ve ağız bakımına ö­zen gösterilmesi. Ağız bakımı özellik­le plak gelişi­mini önlemeye yönelik olmalıdır. Plakların, tükürük ve dişetlerindeki iltihaplı do­ku sızıntısından kaynak­lanan bir çe­şit jelatinsi zar üzerin­de yaşayan küçük bakteri kolonilerinden oluştuğu bilin­mektedir. Dişetlerinin de diş hastalıkla­rının ortaya çıkmasın­da büyük önemi vardır. Çürüğe ve diş çevre­sindeki has­talıklara neden olan bakteriler, plağa yapışmadıkça zararlı bir etki göstere­mezler. Bu nedenle plağın ortadan kal­dırılması çok önemlidir.

YERLEŞİM

Diş çürümesi tam olarak bilinmeyen, hâlâ belirsizlikler taşıyan bir süreçdir. Hızlı gelişen ve geniş doku yıkımına yol açan çürüklerin çok bakımsız ve hastalıklı ağızlarda görüldüğü bilin­mektedir. Bu neden­le çürüğe yatkın ya da dirençli ağızlar­dan söz edilebilir. Ama çürüğe karşı gösterilen direncin ağız genelindeki savunma mekanizmaları­na mı, yoksa dişin kendi direncine mi bağlı olduğu bilinmemekte­dir.

Alt birinci büyük azıdişleri, gençlik dönemin­den başlayarak çürümenin en çok görüldüğü dişlerdir. Çürüme daha sonra giderek azalan oranda üst birinci bü­yük azılar ile ikinci büyük azı­larda, en az olarak da alt kesicidişlerde görü­lür. Çürük en çok dişin taç çıkıntıları arasında­ki derin oluklarda ve dişler ara­sında kalan bölgede gelişir. Dişin bo­yun kısmındaki çürüklere de oldukça sık rastlanır. Bunlar genellikle vücudun zayıf düş­mesine yol açan organik hastalıklar­la ilişkilidir. Bazen çok sert bir fır­çanın kullanılmasına da bağlı olabilir­ler. Mekanik etki diş minesini yıprata­bileceği gibi, dişetini de yara­layarak çe­kilmesine yol açabilir. Böylece çürüğe diren­cin daha az olduğu minesement sının ortaya çıkar.

Çürüğün dişe geniş biçimde yayıl­ması seyrek olarak, yalnızca dişin aşırı derecede mineral yitirdiği organik hasta­lıklarda görülür. Bu hastalıklar dişin sa­vunma mekanizmalarını zayıflatıp bakteri­lerin yerleşmesini kolay­laştırır.

Diş Çürükleri Çeşitleri

Çürüme mine katmanın­da küçük bir lezyonla baş­lar ve mine katmanını aşa­rak dentine ulaşır. Bu dokuda daha hız­lı ve kitlesel olarak yayılır. Sement ve mi­neye uzanan dentin kanalcıkları çürü­ğün sızmasını kolaylaştırırken mine ka­dar sert olmayan dentinin mine­ral tuzlarını içeren organik yapısı çok daha hızlı biçimde yıkı­ma uğrar. Sonuçta minedeki küçük bir yarığın altında yumuşamış bir doku bölgesi oluşur. Bu bölgenin koyu rengi minenin saydamlığı nede­niyle kolayca görülebilir. Sert bir besi­nin çiğnenmesi ya da çürü­müş dentin bölgesinin çok genişlemesi, üstteki mi­ne katmanının parçalanmasına neden olur ve çürüme yeri bir yarıkla açığa çı­kar. İçten oyulan bu çürük tipinde, çü­rük bölgesi büyük ölçüde mine kat­manı bozulmadan genişler. Gelişme hızlı­dır. Çünkü yiyeceklerin çiğnenmesi, tükü­rük salgısı ve diş bakımı­nın sağladığı temizlikten uzak ka­lan bu çürüme odağı serbest­çe gelişme fırsatı bulur. Dişin boyun bölgesi çürükleri gi­bi bazı yü­zeysel çürükler ise oldu­ğu gibi kalmış izlenimi verecek ölçüde ya­vaş ilerler.

Genel olarak çürükler, çürüme süre­cinin dişözü ya da diş sinirinden uzaklı­ğını belirtmek için yüzey­sel, orta derin­likte ve derin çürükler olarak sınıflandı­rılır.

Başlangıç evresinde yüzeysel çürük­ler yalnızca dentin katmanı­nın en üst bölümünü ve mineyi etkiler. Orta dü­zeyde çürüklerde ise dentin önemli öl­çüde etkilenir. Dentin boyunca yayılmış olan derin çürüklerde i­se dişözü (pulpa) mikrop kapar ve tedavi­ye başlanmazsa buradaki doku ölümüyle birlikte enfek­siyonun daha derinlere inme yolu açılır.

Yüzeysel çürüklerde ağrılı belirtiler genel­likle görülmezken, orta derinlikteki çürükler ısı değişim­lerine (sıcak, soğuk) ya da bazı yiyecekle­re (tatlı, asitli vb) karşı duyarlı olabilir. Bu uyaranların do­ğurduğu ağrı, uyaranın ortadan kalkma­sıyla yok olur. De­rin çürüklerde dişözüne bakteriler bulaştı­ğından ağrı kendili­ğinden ya da uyanlardan sonra or­taya çıkabilir. Ağrı şiddetli­dir ve aniden başlar. Hasta ağrı­yan dişini belirlemekte güçlük çeker. Enfeksi­yonun dişözüne yeterince yayımladığı durumlar­da, ağrı giderek azalıp yok olur. Ağrı genellikle gece sa­atlerinde vücut yatay konumdayken or­taya çıkar. Çünkü bu konumda başa da­ha çok kan gider. Enfeksiyon dişözüne iyi­ce yayılıp irinleşmişse, çok şiddetli olan ve çev­reye de yayılan zonklayıcı ve sürekli bir ağrı görü­lür.

Ağrının özelliklerini dişin anatomik ya­pısı belirler. Bağdoku, çeşitli tipte hücre­ler, damar ve sinir liflerinden olu­şan dişözü bir boşluk­la sınırlanmıştır. Dişözü odacığı de­nen bu boşluğun duvarları sert ve esneklik­ten yoksundur. Dişin taç bölümünde genişle­yen dişözü odacığı köke doğru incelip ipliksi bir uzan­tıya dönüşür ve bu bölümü kök ka­nalı adıyla tanınır.

İltihaplanma sırasında dişözü da­madan daha fazla kan akımıyla geniş­ler ve sinir liflerine baskı yapa­rak ağrıya neden olur. İltihaplanmanın belirli bir düzeyi aşmasından sonra dişözünde artan ödem özgün bir ağrı duyumuna yol açar. Artık doku yıkımı onarılamaz durumdadır. Ağrı yalnız dişözünün ölü­müyle kesilir. Bu doku ölümü ya enfek­siyon sürecine bağlıdır ya da tıb­bi giri­şimle sağlanır.

Özetlemek gerekirse mikrop­ların üremesi dişözünde bir ap­senin oluşmasına neden olur ve bu du­rum dişözünde doku ölümüyle sona erer. Dişözü hastalık­ları diş çürüğünden bağım­sız olarak da gelişebilir. Ağır en­feksiyon hastalıklarında ya da âdet gör­me döneminde dişözü iltihapları ortaya çıkabilir.

Yaralanmalar ya da kimyasal maddeler gibi iltihaplanmaya yol açmayan ağır diş çevresi dokusu hastalıkları (periodontoz) ve dişeti cebin­deki enfeksi­yonlara bağlı hastalıklar dişözünde en­feksiyon oluşturabilir.

Dişözünde doku ölümü öncesinde bütün belirtiler aynı anda ortaya çıkma­yabilir. Darbe gören bir dişte yıllar son­ra ağır zararların ortaya çıktığı da bilin­mektedir.

Diş Çürüğü Tedavisi, Diş Çürükleri Nasıl Tedavi Edilir?

Çürüklerin tedavisi ağrının ortadan kaldırıl­masına, doku yıkımının durdurul­masına ve dişin anatomik yapısının onarılmasına yöneliktir.

Yüzeysel ve orta derinlikte çürük­lerde, çürüyerek yumuşa­mış diş dokusu frezle oyularak temizlenir. Oluşan boş­luk dezenfekte edilerek dolgu malze­mesi ile doldurulur.

Derin çürüklerde tedavi girişimini dişözünün enfek­siyondan etkilenme de­recesi belirler. Dişözü dokusunun ağır yıkım­ları dışında, derin çürüklerin teda­visinde çağdaş yaklaşım, dişin canlılığı­nı korumayı amaçlar. Çürük odağına en ya­kın dişözü bölgesinden dentinin yeni­den üretilme süreci uygun ilaçlarla uyarılır. Olu­şan yeni dentin daha koyu renklidir. Özgün kanal­cıklarından yok­sundur ve serttir. Dişin savunma meka­nizmasının bir göstergesi olan bu ye­ni oluşum ikincil dentin adıyla tanınır.
İkincil dentinin üstüne yalıtkan bir mad­de ve daha soma da dolgu maddesi konur.

Dişözünün Çıkarılması

Dişin canlılığını koruya­mayacak ölçüde yıkıma uğrayan dişözünün çıkarıl­ması yoluna gidilir. Bu girişim anestezi yar­dımıyla ağrısız bir biçimde uygulanabi­lir. Yerel olarak ağrı duyusunu körelten ya da ortadan kaldıran anestezik mad­deler iğneyle verilir. Eski­den arsenik içeren ilaçla­rın diş içine uygulanmasıy­la dişözü dokusunun ölmesi sağlanırdı. Bu yöntem artık uygulanmamaktadır. Dişözü, kök kanallarına kadar çıkarıla­bileceği gibi yal­nız taç bölümünden ke­silerek de alınır. Bu işlemlerden ilki pulpektomi, ikincisi pulpatomi adlarıyla tanınır.

Pulpatomi daha çok kök kanalları­nın tam olarak oluşmadığı çocuklarda, ilaçlı maddenin kökün başlangıç bölü­münden öteye geçm­esinin istenmediği durumlarda ya da kök yapı­sının içlerini tamamen boşaltmayı olanaksız kılacak ölçüde düzensiz olduğu olgularda uygu­lanır.

En çok uygulanan girişim pulpektomidir. Bu yöntemde dişözü kök kanalla­rından özel bir aletle çıka­rılır. Dişözü çıkarıldıktan sonra kanallar genişletilir. Amaç ilaç­lı maddelerin açılan kanallara yerleştirilmesi ve diş kökünün yeni­den iltihaplanmayı önleyecek biçimde dol-durulmasıdır.

Minenin Doğuştan Bozuklukları

Bazı olgularda dişlerin aşın yıpran­dığı görülür. Bu olgular birbirlerine çok ben­zer özellikler gösteren ve kolayca tanınabilen doğuştan bozukluklara bağ­lıdır.

Hipoplazi - Bilinmeyen bir nedenden ötürü mi­ne taslağının embriyon aşa­masında duraklamasından kaynaklanır. Bu nedenle mine daha ince ve düzen­siz gelişir. Dişler noktalı ya da dikey oluklu, koyu lekeli, sarım­sı ve çizgilerle kaplı­dır.

Hipokalsifîkasyon - Kalsiyum yetersizliği nedeniyle minenin sertliğini yi­tirmesi, minerallerin biri­kme aşamasın­da ortaya çıkan aşır! sıvı dengesizlikle­rinden kaynaklanır. Mine zayıf geli­şir. Dişler kolayca ve bütünüyle aşınır. Dişler çıkar­ken mat ve düzleşmiştir. Daha sonra kararıp koyulaşırlar. Taç bö­lümleri kaplanarak tedavi edilir. Anne karn­ında geçen sürede karşı­laşılan zararlı etken­ler ve annenin ateşli hasta­lıkları dölütün geliş­mekte olan dişlerinde bozukluğa yol a­çar.

Diş dolguları Hakkında Bilgiler, Diş Dolgusu Çeşitleri

Diş dolguları ve dişin yeniden biçim­lendirilmesi çeşitli maddelerle yapıla­bilir. Bunlar siman, porselen, amalgamlar, gümüş ya da al­tınla kakma, yapış­kan altın, reçine, kuvars-reçine bileşik­leridir.

Silikat dolgular- Yapay porselen ola­rak da bilinen silikat dolgu maddeleri, doğal görünümü bozmamaları nedeniy­le, özellikle ön dişlerin dolgusunda kul­lanılır.

Bu dolgu maddesi yapışkan olmadı­ğından dişte, dibi ağzından daha geniş bir oyuk a­çılır. Silikat oyuğa yumuşak du­rumda sokulur ve sertleştikten sonra hazır­lanan boşluğun özel yapısı nede­niyle dışarı çıkamaz.

Uygulama sırasında silikat dolguyu tükürük­ten korumak gerekir. Sertleşir­ken ıslanan silikat parça­lanabilir. Kan ise lekelenmesi­ne yol açarak estetik de­ğerini azaltır. Dolgu maddeleri dişözün-de güçlü bir zehir etkisi yapacak özel­liktedir. Bu nedenle doku ölümü­ne, kök başlangıcın­da kök granülomuna ya da diş apse­sine yol açabilir­ler. Bu komplikasyonları önlemek i­çin dolgu boşluğu­nun duvarları silikatı yalıtma­ya yara­yan maddelerle kaplanır. Ayrıca dolguya tü­kürük ve kan gelme­sini önlemek için üstünde çalışı­lan diş ağız boşluğun­dan yalıtılır. Bunun için kullanı­lan ince bir plastik örtü uygulama sırasında deline­rek dişe sıkıca geçirilir ve özel araçlarla tutturulur.

Silikofosfat dolgular - Oldukça kısıtlı bir kullanım al­anı vardır. Metal kapla­ma yapılacak dişlerin alt yapısı­nı hazır­lamada ya da hastanın uzun süre kulla­namasa bile, do­ğal diş yapısından ko­layca ayırt edileme­yecek bir dolgu iste­diği durumlarda kul­lanılır. Bu dolgu çiğne­me hareketleri sırasında hızla aşı­nır ve belirli aralıklarla yenilenmesi ge­rekir.

Yapay reçineler - Diş dolgusunda kısa bir dönem yaygın biçimde kullanıldı. Hızla benimsenmesi, kolay biçimlen­me, uygulamadan so­nra uzun süre da­yanma ve estetik özelliklerinden kay­naklanıyordu. Ama renklerinin zaman­la değiştiği, yalnızca dişözüne değil dentinin or­ganik maddesine de zarar verdik­leri kanıtlanınca diş tedavisin­de büyük ölçüde kullanım dışı kald­ılar. Günümüz diş hekimliğindeki kullanım alanları hemen he­men yalnızca protezlerin kısa süreli onarım­larıyla sınırlıdır.

Porselen yığma - Silikat dolguların bi­linmediği ya da yeterince geliştirileme­diği dönemlerde başlıca es­tetik dolgu seçeneğiydi. Günümüzde çok az kulla­nılır. Çünkü kısa sürede porselenle diş arasındaki sınır çizgisi görünür hale gelmektedir. Uygulama özen­li bir te­mizlik ve dezenfeksiyon işleminden sonra yapılır. Dişte açılan oyuğun du­varları diktir ve çürüğün genişliğiyle orantılı bir derin­liktedir. Oyuğun tam ölçüsü alınır, dibine yapıştırıcı bir mad­de konur ve alınan ölçülere göre hazır­lanmış porselenin açılan boşluğa otur­ması sağlanır.

Gümüş amalgam - Diş dolgularında en çok kullanı­lan madde gümüş amalgamdır. Gümüşün cıvayla yaptığı bu in­ce toz ya da küçük pullar halindeki ala­şım, içerdiği cıva miktarıyla orantı­lı olarak az ya da çok yumuşak olabilir. Amalgamdaki maddeler kendi özellik­lerini yitirmeden sağlam bir yapı oluş­turur. Önce yumuşak olan amalgam, kı­sa sürede sert­lik ve direnç kazanır.

Gümüş amalgamın yapışma özelliği yoktur. Bu nedenle içinden çıkamaya­cağı uygun bir boşlu­ğa yerleştirilmesi gerekir. Isıyı çok i­yi iletmesi dişin sı­cak ve soğuğa karşı duyarlılığını artıra­cağından sakıncalıdır. Bu neden­le diş boşluğuna ısı yalıtımı sağlayan bir kat­man döşenir. Kullanımını kısıtlayan özelliklerden biri de zamanla oksitlene­rek mat ve hoşa gitme­yen bir renk al­masıdır.

Altın Diş dolgularında katı ya da son dere­ce yumuşak biçimleriyle kullanılır. Erimiş altın döküm dolgu, koruyucu diş tedavileri arasında genel­likle en iyi çö­züm sayılır. Doku yıkımının çok ilerle­diği durumlarda dişlerin yeniden biçimlendirilmesinde başarıyla kullanılır. Ama çürüğün birden çok dişte görüldü­ğü ve hızla yayıl­dığı olgularda kullanıl­ması sakıncalıdır. Çünkü tedavi edil­miş oyukların kenarında sık sık ikincil çü­rükler gelişmektedir.

Erimiş altın döküm yöntemi yay­gınlık kazanmadan önce sıkıştırılmış levha yöntemi kullanılıyordu. Oldukça zor olan bu girişimde dolgu boşluğuna, saf altın yapraklan dolduruluyordu. Bunlar dolgu tamam­lanana değin bir­birleri üstüne sıkıca bastırılırdı. Hem hazır­lanan boşluğun dolguyu düşmek­ten alıkoyacak biçi­mde olması, hem de bu altın yapraklarının yapışmaya yat­kınlığı yüksek nitelikli bir dolgu elde edilmesini sağlıyordu. Artık hemen he­men hiç kullanılmayan bu yöntemin yerini daha ucuz olan altın döküm yön­temi almıştır.

Kuvars-reçine bileşikleri Hem este­tik, hem de işlevsel olarak çok iyi so­nuçlar veren bir dolgu maddesi­dir. Ön dişlerde önem kaza­nan parlaklığı, arka dişlerde de aşınmaya kar­şı yeterli diren­ci sağlarlar. Sertlik kuvarstan, parlak­lık reçineden kaynak­lanır. Üstelik bu reçi­neler normal reçinelerden fark­lı olarak metil metakrilat içer­mez. Akrilik asit türevi olan bu madde dişözünü örselemekte ve zamanla reçinenin ren­gini bozmaktadır.

Diş çürümesine karşı korunma yol­larını "Sağlıklı Yaşam" cildinde bulabi­lirsiniz.

Diş çürükleri hangi yaşta ortaya çıkar?

Diş çürümesi her yaşta, küçük ç­ocuk­ların süt dişlerinde de ortaya çıkabilen bir hasta­lıktır. Süt dişlerindeki çürükler uygun bir yol­la tedavi edilme­lidir.


Konuyla ilgili aramalar: diş çürüğü, diş çürükleri, diş çürümesi, diş çürüklerinin nedenleri, diş çürüklerinin sebepleri

--> SAĞLIKLI BİLGİLER ANA SAYFASINA DÖN <--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder