Çocuklarda ve Erişkinlerde Şaşılık
Çocuklarda Şaşılık
Şaşılık gözlerin yanlış pozisyonda bulunup farklı noktalara doğru baktığı bir haldir. Gözlerden bir adetsi tam karşıya bakarken diğeri içe, dışa, yukarı ya da aşağıya bakmaktadır. Yanlış pozisyon sürekli belirgin olabileceği gibi bazı yöne bakışlarda da ortaya çıkabilmektedir. Çocuklarda sık karşılaşılan bu duruma ABD'de çocuklarda %4 oranında rastlanmaktadır. Erkek ve kız çocuklarında aynı sıklıkta görülmekte ve çoğu hastada ailesinde başka kimsede görülmemektedir.
Gözler beraber nasıl çalışır?
Normalde gözler aynı noktaya bakarlar. Bunun sayesinde beyin iki görüntüyü birleştirerek üç boyutlu görüntü oluşturabilmektedir. Bu üç boyutlu görüntü derinlik hissininde oluşmasını sağlamaktadır.
Bir göz farklı yöne baktığı zaman beyine farklı iki görüntü gönderilecektir. Bu durumda beyin yanlış yöne bakan gözden gelen görüntüyü yok sayacak ve yalnızca karşıya bakan gözün ilettiği görüntüyü kabul edecektir . Böylelikle çocuk derinlik hissini oluşturamıyacaktır. Erişkinlerde şaşılık meydana geldiğinde ise beyin bunu yapmıyacak, her iki görüntüyüde kabul edecek ve çift görme meydana gelecektir.
Ambliyopi -göz tembelliği
Çocuklarda sağlıklı görme seviyesi her iki göz normal pozisyonda durduğu zaman ortaya çıkacaktır. Şaşılık kayan gözde görmenin azalmasına yani göz tembelliğine (amblyopi) neden olacaktır. Beyin iyi gören gözden gelen görütüyü kabul eder ve kötü gören taraftan gelen görüntüyü yok sayar. Bu durum şaşılık bulunan çocukların yarısında bulunmaktadır.
Göz tembelliği iyi gören gözün belirli sürelerle kapatılmasıyla tedavi edilmektedir. Erken tanı konulmuş olan hastalarda amblyopi başarıyla tedavi edilmektedir. Tedavi ne kadar geç başlarsa başarı şansıda o kadar küçüktür.
Şaşılığın nedeni, belirtileri nedir?
Nedeni tam olarak bilinmiyor Gözü kontrol eden 6 adet kas bulunmaktadır. Her iki gözünde normal pozisyonda olması için kasların denge içinde bulunması ve koordineli bir şekilde hareket etmesi gerekir. Santral sinir sistemini etkileyen hastalıklarda ve görmeyi düşüren katarakt, yaralanma gibi durumlardada şaşılık oluşabilmektedir.
Gözlerin aynı yöne bakmaması en önemli belirtidir. Bununla beraber güneşli ortamda gözlerden birini kısmak ya da gözlerini beraber kullanmak için başını yana eğmek gibi belirtilerde olabilir.
Şaşılık tanısı nasıl konur?
Bütün çocukların 4 yaşın dan evvel göz doktorunuz tarafından kontrol edilmiş olması gerekmektedir. Eğer ailede şaşılık ya da ambliyopisi bulunan başka biri varsa bu muayenenin 3 yaşın dan evvel yapılması gerekmektedir.
Bebeklerin gözleri içe dönük gibi durmaktadır. Bunun sebebi burun kökünün daha geniş olması ya da göz kapağının iç kısmında deri kıvrımının bulunmasıdır. Yaş ilerledikçe bu görüntü ortadan kalkacaktır. Gerçekten şaşılık olanlarda ise düzelme olmayacaktır. Yalancı ve gerçek şaşılık arasındaki fark fakat göz doktoru tarafından teşhis edilebilmektedir.
Şaşılık nasıl tedavi edilir?
Tedavide amaç görmenin korunması, gözlerin tekrar orta konuma getirilmesi ve binoküler görmenin sağlanmasıdır.Bu amaçla :
Gözlük verilebilir, cerrahi tedavi yapılabilir, ambliyopi için kapama tedavisi yapılabilmektedir.
Şaşılık ameliyatı nasıl yapılır?
Ameliyat sırasında göz küresi yerinden çıkarılmamaktadır. Üzerinde ufak bir kesi yapılarak kaslara ulaşılmakta ve şaşılığın tipine göre kaslarda çeşitli pozisyon değişiklikleri yapılmaktadır. Gerektiği durumlarda iki göze birden müdehale edilmektedir. Eriştinlerde lokal anestezi altında şaşılık ameliyatları yapılabilsede çocuklarda genel anestezi şarttır. Hasta günlük yaşantısına 1-2 gün içerisinde geri dönebilmektedir. fakat birçok vakada tekrar ameliyat gereksinimi ortaya çıkmaktadır.
Her ameliyatda olduğu halde şaşılık ameliyatlarınında da ufakta olsa komplikasyon(istenmeyen durum) rizikosu vardır. Bunlar enfeksiyon, kanama çok nadirde olsa görme kaybıdır.
Erişkinde şaşılık
Erişkinlerin %1'inde şaşılık görülebilmektedir. Bunların çoğu çocukluktan beri bulunan şaşılık vakalarıdır. Eğer yetişkin bir kişide şaşılık meydana geldiyse diabet, tiroid hastalığı, myestania gravis, beyin tümörleri ya da felçler araştırılmalıdır.
Erişkinde bulunan şaşılığın belirtileri nelerdir?
Çocukluktan beri şaşılık bulunuyorsa çok az belirti bulunabilmektedir. fakat ileri yaşlarda oluşursa şaşılık en sık görülen belirti çift görme olacaktır.Bazı erişkinlerde gözde ağrı, başağrısı, başı sürekli eğik tutmak gibi belirtiler bulunabilir. Dışa bakış bulunan çocuk ve erişkinler güneş ışığının altında tek gözlerini kapatmayı tercih ederler.
Çift görmenin sebebi nedir?
Çocukların aksine erişkinler yanlış yöne bakan gözden gelen görüntüyü yok sayamazlar ve bu çift görmeye neden olur. Bunun tedavisi tek gözün kapatılması ya da gözlerin tekrar ameliyat ile doğru pozisyona getirilmesiyle sağlanır.
Erişkinde şaşılık tedavisi nasıl yapılır?
Göz egzersizleri: Konverjans yetmezliği adı verilen okuma ya da çalışırken gözün yeterli çalışmaması gibi özel durumların tedavisinde kullanılır.
Prizmalı gözlükler: Küçük kaymaların tedavisinde kullanılır. Çift görmenin azalmasını sağlar.
Enjeksiyon: Bir kaç ay boyunca enjekte edildiği kası felç eden bir ilacın kullanılması esasına dayanır. Seçilmiş vakalarda faydalı olan bir yöntemdir.
Ameliyat: Her yaşta en sık kullanılan tedavi yöntemidir. Uyumlu olan vakalarda lokal anestezi altında yapılabilmektedir. Ameliyat kozmetik nedenle, çift görmenin azaltılması, gözlerin beraber kullanılmasının sağlanması, gözlerdeki ağrının azaltılması amaçlı yağılabilmektedir. fakat her ameliyatta olduğu halde bu ameliyatlarında riskleri mevcuttur.
Konuyla ilgili aramalar: şaşılık ameliyatı , şaşılık ameliyatsız geçer mi , tedavisi nasıldır
Hastalık Bilgisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hastalık Bilgisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Göz Kuruluğu Nedir? Tedavisi Nasıldır?
Göz Kuruluğu Nedir?
Bazı insanlar gözlerini ıslak ve rahat tutacak kadar göz yaşı salgılayamamaktadır. Batma, yanma, dumandan aşırı derecede rahatsız olma gibi şikayetleri olabilmektedir. Kontak lens kullanımınıda zorlaştırmaktadır.Gözdeki yaşarmada kuru gözün bir belirtisi olabilmektedir.Temel salınan göz yaşında azlık varsa göz yaşı bezinde irritasyona bağlı bir şekilde daha fazla göz yaşı salgılanacaktır. Böylelikle göz genel olarak kuru olsa da sulanma nedeniyle gerçek sorun maskelenecektir.
Gözyaşının yapısı nasıldır?
Ağladığımızda ya da gözümüz tahriş olduğunda gözyaşımız akar fakat aslında gözyaşının daha önemli görevleri vardır. Gözyaşından meydana gelen ince bir tabaka gözümüzü kırpmamızla beraber gözümüzün üst kısmını kaplar ve korneanın üzerinin düz ve temiz kalmasını sağlar. Göz yaşı tabakası olmasa net görmemiz mümkün olmayacaktır.
Gözyaşı film tabakası 3 ayrı bölümden oluşmuştur: yağlı, sulu ve mukuslu bölümler.
Dıştaki yağlı kısım gözkapak kenarındaki meibomian bezlerinden salınır. Bu kısmın görevi gözyaşının üstünün düz kalmasını sağlamak ve buharlaşmasını önlemektir.
Ortadaki sulu kısım 3 tabakanın en kalınıdır ve göz yaşının normalde bildiğiniz kısmını oluşturur. Bu bölüm gözün ve göz kapağının üstünü kapatan ince bir zar olan konjunktivadan ve göz yaşı bezinden kaynaklanmaktadır ve yabancı cisimlerden gözü temizlemektedir.
En içteki tabakada konjunktiva tarafında üretilir. Bu kısım suyu göz üzerine eşit olarak dağıtır ve korneanın hep ıslak kalmasını sağlar. Mukus olmasaydı gözyaşı göze yapışmayacaktı.
Göz yaşının farklı tipleri nelerdir?
2 farklı gözyaşı vardır: gözü sürekli ıslak tutan bazal sekresyon ve ağladığımızda ve gözümüz tahriş olduğunda salınan refleks sekresyon.
Kuru gözün nedeni nedir?
Yaşla beraber gözyaşı salgılaması azalacaktır. Her iki cinstede gözüksede bayanlarda menopozdan sonra dahada fazla gözükmektedir.
Kuru göz ayrıca artrit, ağız kuruluğu ile beraber görülen sjögren sendromundada görülebilmektedir. Birçok ilaçta göz kuruluğuna neden olabilmektedir.
Kuru göz tanısı nasıl konmaktadır?
Göz doktorları bu tanıyı kolaylıkla koyabilmektedir. Gerek hastanın şikayetleri gereksede biyomikroskop muayenesi yeterlidir. Bazı durumlarda göz kapağının içinekonulan özel bir kağıt ile yapılan schirmer testi ile göz yaşı salınım miktarıda tespit edilebilir.
Göz Kuruluğunun Tedavisi nasıldır?
Eksik olan gözyaşı suni gözyaşları tarafından tamamlanabilmektedir. Bunun yeterli olmadığı bazı durumlarda gözyaşı kanallarıda tıkanabilmektedir.
Bunlarla beraber bulunduğunuz ortam nemli tutulmalı, sıcak ortamlardan kaçınmalı, sigara dumanından uzak durulmalıdır.
Konuyla ilgili aramalar: gözleri kuruyor olanlar için bilgi ve tedavi
Bazı insanlar gözlerini ıslak ve rahat tutacak kadar göz yaşı salgılayamamaktadır. Batma, yanma, dumandan aşırı derecede rahatsız olma gibi şikayetleri olabilmektedir. Kontak lens kullanımınıda zorlaştırmaktadır.Gözdeki yaşarmada kuru gözün bir belirtisi olabilmektedir.Temel salınan göz yaşında azlık varsa göz yaşı bezinde irritasyona bağlı bir şekilde daha fazla göz yaşı salgılanacaktır. Böylelikle göz genel olarak kuru olsa da sulanma nedeniyle gerçek sorun maskelenecektir.
Gözyaşının yapısı nasıldır?
Ağladığımızda ya da gözümüz tahriş olduğunda gözyaşımız akar fakat aslında gözyaşının daha önemli görevleri vardır. Gözyaşından meydana gelen ince bir tabaka gözümüzü kırpmamızla beraber gözümüzün üst kısmını kaplar ve korneanın üzerinin düz ve temiz kalmasını sağlar. Göz yaşı tabakası olmasa net görmemiz mümkün olmayacaktır.
Gözyaşı film tabakası 3 ayrı bölümden oluşmuştur: yağlı, sulu ve mukuslu bölümler.
Dıştaki yağlı kısım gözkapak kenarındaki meibomian bezlerinden salınır. Bu kısmın görevi gözyaşının üstünün düz kalmasını sağlamak ve buharlaşmasını önlemektir.
Ortadaki sulu kısım 3 tabakanın en kalınıdır ve göz yaşının normalde bildiğiniz kısmını oluşturur. Bu bölüm gözün ve göz kapağının üstünü kapatan ince bir zar olan konjunktivadan ve göz yaşı bezinden kaynaklanmaktadır ve yabancı cisimlerden gözü temizlemektedir.
En içteki tabakada konjunktiva tarafında üretilir. Bu kısım suyu göz üzerine eşit olarak dağıtır ve korneanın hep ıslak kalmasını sağlar. Mukus olmasaydı gözyaşı göze yapışmayacaktı.
Göz yaşının farklı tipleri nelerdir?
2 farklı gözyaşı vardır: gözü sürekli ıslak tutan bazal sekresyon ve ağladığımızda ve gözümüz tahriş olduğunda salınan refleks sekresyon.
Kuru gözün nedeni nedir?
Yaşla beraber gözyaşı salgılaması azalacaktır. Her iki cinstede gözüksede bayanlarda menopozdan sonra dahada fazla gözükmektedir.
Kuru göz ayrıca artrit, ağız kuruluğu ile beraber görülen sjögren sendromundada görülebilmektedir. Birçok ilaçta göz kuruluğuna neden olabilmektedir.
Kuru göz tanısı nasıl konmaktadır?
Göz doktorları bu tanıyı kolaylıkla koyabilmektedir. Gerek hastanın şikayetleri gereksede biyomikroskop muayenesi yeterlidir. Bazı durumlarda göz kapağının içinekonulan özel bir kağıt ile yapılan schirmer testi ile göz yaşı salınım miktarıda tespit edilebilir.
Göz Kuruluğunun Tedavisi nasıldır?
Eksik olan gözyaşı suni gözyaşları tarafından tamamlanabilmektedir. Bunun yeterli olmadığı bazı durumlarda gözyaşı kanallarıda tıkanabilmektedir.
Bunlarla beraber bulunduğunuz ortam nemli tutulmalı, sıcak ortamlardan kaçınmalı, sigara dumanından uzak durulmalıdır.
Konuyla ilgili aramalar: gözleri kuruyor olanlar için bilgi ve tedavi
Retina Yırtılması Nedir? (Dekolman)
Retina Yırtılması (Dekolman) Nedir?
Retina gözün arka bölümünde ışığı hissetmemizi sağlayan ve görüntüleri beyine ileten sinir tabakasıdır. Göz basitce kamera gibidir. Ön kısımdaki lens görüntüyü retinaya odaklar. Retinada kameranın arkasındaki film gibidir.
Retina dekolmanı nedir?
Retina dekolmanı retinanın normal pozisyonundan çekilmesiyle oluşur. Retina yerinden ayrıldığında çalışamaz. Görme bozulur. Retina dekolmanı çok ciddi bir sorundur ve tedavi edilmezse kesinlikle körlükle sonuçlanır.
Retina dekolmanının nedeni nedir?
Vitreus gözün ortasını dolduran şeffaf bir jeldir. Yaşlandıkça vitreus retinayı yapışık olduğu yerlerden çekebilmektedir. Genelde vitreus retinadan sorun olmadan bir şekilde ayrılır. fakat bazı durumlarda retina bir veya birkaç yerden yırtılır. Bu yırtık yerinden sıvı girmeye başlar ve retinayı bulunduğu yerden ayırır.
Aşağıdaki durumlar dekolmana neden olur.
* Myopi
* Daha önce geçirilmiş katarakt ameliyatı
* Glokom
* Ağır göz travması
* Diğer gözde daha önce meydana gelmiş retina dekolmanı
* Ailede retina dekolmanı hikayesi
* Göz doktorunuzca retinada zayıf yerlerin bulunması
* Retina dekolmanının belirtileri nelerdir?
* Işık çakmaları
* Yeni oluşan uçuşmalar
* Görme alanınızda gri bir perdenin hareket etmesi
* Belirli bir alanı görememe. (yırtığın yerine göre baktığınız cismin alt veya üstünü görmemeye başlarsınız)
* Görmenin tamamen kaybı
Bu belirtiler herzaman dekoman anlamına gelmez, fakat en kısa bir zamanda göz doktorunuza muayene olmanız gerekmektedir.
Retina Yırtılması Tedavisi Nasıldır?
Retinal yırtıklar: Genelde lazer veya kryoterapi (dondurarak) ile yapılır. Retina bu yöntemlerle arkasına yapıştırılır. Bu işlemler ayaktan poliklinik ortamında yapılabilmektedir. Bazı duruklarda yırtık takipde edilebilmektedir.
Retina dekolmanı: Hemen hemen tüm vakalar ameliyat olamak zorundadır.
Pnömotik Retinopeksi: Vitreus içerisine gaz baloncuğu verilir ve baş belli bir pozisyonunda tutulması istenir.
Sörklaj: Gözün çevresine elastik bir bant sarılır ve sıkılır. Retina altındaki sıvı drene edilir ve retina yatıştırılmaya çalışılır.
Vitrektomi: Retinayı çeken vitre alınır ve yerine hava verilir. Bu hava zamanla vücut sıvılarınca doldurulur.Bazen sörklaj ile beraber yapılır.
Dekolman ameliyatından sonra nelere dikkat etmem gerekir?
Belirli bir müddet gözde ağrı olabilir. Gözünüz bir süre kapalı tutulacaktır. Göze hava verildiyse belirli bir müddet yüzükoyun yatmanız gerekebilir.
Baloncuğun tamamen kaybolduğu söylenene kadar kesinlikle uçak seyahati yapmayın!
Dekolmanda ikinci bir ameliya tta gerekebilir. Retina ameliya tta tam olarak yatıştırılmadıysa zamanla retina canlılığını yitirecek ve görme azalacaktır. Görmenin düzelmesi ameliyattan sonra aylar sürebilir. fakat bazı hastaların görmesi düzelmiyecektir.
Dekolman ne kadar ileri seviyedeyse ameliyattan sonra başarıda o kadar düşük olacaktır. Bu yüzden bulguları farkına varınca gecikmemek önemlidir.
Konuyla ilgili aramalar: retina yırtığı nedir , dekolman ne demektir
Retina gözün arka bölümünde ışığı hissetmemizi sağlayan ve görüntüleri beyine ileten sinir tabakasıdır. Göz basitce kamera gibidir. Ön kısımdaki lens görüntüyü retinaya odaklar. Retinada kameranın arkasındaki film gibidir.
Retina dekolmanı nedir?
Retina dekolmanı retinanın normal pozisyonundan çekilmesiyle oluşur. Retina yerinden ayrıldığında çalışamaz. Görme bozulur. Retina dekolmanı çok ciddi bir sorundur ve tedavi edilmezse kesinlikle körlükle sonuçlanır.
Retina dekolmanının nedeni nedir?
Vitreus gözün ortasını dolduran şeffaf bir jeldir. Yaşlandıkça vitreus retinayı yapışık olduğu yerlerden çekebilmektedir. Genelde vitreus retinadan sorun olmadan bir şekilde ayrılır. fakat bazı durumlarda retina bir veya birkaç yerden yırtılır. Bu yırtık yerinden sıvı girmeye başlar ve retinayı bulunduğu yerden ayırır.
Aşağıdaki durumlar dekolmana neden olur.
* Myopi
* Daha önce geçirilmiş katarakt ameliyatı
* Glokom
* Ağır göz travması
* Diğer gözde daha önce meydana gelmiş retina dekolmanı
* Ailede retina dekolmanı hikayesi
* Göz doktorunuzca retinada zayıf yerlerin bulunması
* Retina dekolmanının belirtileri nelerdir?
* Işık çakmaları
* Yeni oluşan uçuşmalar
* Görme alanınızda gri bir perdenin hareket etmesi
* Belirli bir alanı görememe. (yırtığın yerine göre baktığınız cismin alt veya üstünü görmemeye başlarsınız)
* Görmenin tamamen kaybı
Bu belirtiler herzaman dekoman anlamına gelmez, fakat en kısa bir zamanda göz doktorunuza muayene olmanız gerekmektedir.
Retina Yırtılması Tedavisi Nasıldır?
Retinal yırtıklar: Genelde lazer veya kryoterapi (dondurarak) ile yapılır. Retina bu yöntemlerle arkasına yapıştırılır. Bu işlemler ayaktan poliklinik ortamında yapılabilmektedir. Bazı duruklarda yırtık takipde edilebilmektedir.
Retina dekolmanı: Hemen hemen tüm vakalar ameliyat olamak zorundadır.
Pnömotik Retinopeksi: Vitreus içerisine gaz baloncuğu verilir ve baş belli bir pozisyonunda tutulması istenir.
Sörklaj: Gözün çevresine elastik bir bant sarılır ve sıkılır. Retina altındaki sıvı drene edilir ve retina yatıştırılmaya çalışılır.
Vitrektomi: Retinayı çeken vitre alınır ve yerine hava verilir. Bu hava zamanla vücut sıvılarınca doldurulur.Bazen sörklaj ile beraber yapılır.
Dekolman ameliyatından sonra nelere dikkat etmem gerekir?
Belirli bir müddet gözde ağrı olabilir. Gözünüz bir süre kapalı tutulacaktır. Göze hava verildiyse belirli bir müddet yüzükoyun yatmanız gerekebilir.
Baloncuğun tamamen kaybolduğu söylenene kadar kesinlikle uçak seyahati yapmayın!
Dekolmanda ikinci bir ameliya tta gerekebilir. Retina ameliya tta tam olarak yatıştırılmadıysa zamanla retina canlılığını yitirecek ve görme azalacaktır. Görmenin düzelmesi ameliyattan sonra aylar sürebilir. fakat bazı hastaların görmesi düzelmiyecektir.
Dekolman ne kadar ileri seviyedeyse ameliyattan sonra başarıda o kadar düşük olacaktır. Bu yüzden bulguları farkına varınca gecikmemek önemlidir.
Konuyla ilgili aramalar: retina yırtığı nedir , dekolman ne demektir
Glokom Nedir? Göz Tansiyonu Nedir? Belirtileri ve Tedavisi
Glokom (Göz tansiyonu) Nedir?
Glokom özellikle ileri yaşlardaki önemli bir körlük nedenidir. fakat hastalığa erken tanı konduğu zaman körlük yapması engellenmektedir.
Bir çok insan glokomun göz tansiyonuyla bir ilişkisi olduğunu bilmektedir. Aslında glokom beyine gördüklerimizi ileten görme sinirinin hastalığıdır.
Optik sinir elektrik ileten kablolara benzemektedir. İçinde binlerce lif bulunmaktadır. Her lif beyine görmemizi sağlayan mesajlar iletmektedir. Glokom bu liflere zarar vermekte ve görme alanımızda kör noktaların oluşmasına neden olmaktadır. İnsanlar bu kör noktaları çok ileri seviyelere ulaşana kadar farketmemektedir. Tüm sinir hasar görünce körlük meydana gelir.
Erken teşhis ve tedavi optik sinir hasarı ve körlüğün meydana gelmesinin önlenmesinde büyük önem taşımaktadır.
Glokomun nedeni nedir ve belirtileri nelerdir?
Vücu tta kan nasıl dolaşıyorsa gözün içindede aköz hümör adını verdiğimiz berrak bir sıvı dolaşmaktadır. Sıvının hareketi sürekli açık bir musluk ve lavaboya benzemektedir. Eğer lavabo tıkanırsa su birikmeye başlar ve basınç artar.
Glokomun tipleri nelerdir?
Kronik açık açılı glokom: en sık olan tipdir (%90). Drenaj açısının basitce yaşlanmasına bağlı oluşur. Bu yaşlanma yavaşca göz tansiyonunun yükselmesine neden olur. Bu yavaş yükseliş belirtiye neden olmaz ve tanının konulması ileri derecede kayıp olana kadar gecikebilir. Görmedeki kayıp fakat ileri bazı testler yapılarak bulunabilir.
Açı kapanması glokomu: Drenaj açısının aniden kapanmasıyla oluşur. Bu lavaboyu aniden bir kağıt ile tıkamaya benzer. Basınç birdenbire yükselir. Gözde iris bu kağıt görevini yapar.Göz basıncı aniden yükselir. Bu durumda çeşitli semptomlara yol açar:
* Görme bulanıklığı
* Gözde aşırı derecede ağrı
* Başağrısı
* Işık çevresinde renkli halolar
* Mide bulantısı ve kusma
Sekonder glokom: Drenaj açısını ikincil bir hastalığa bağlı bir şekilde bozulmasından meydana gelir.
* Yaralanmalar
* Steroid gibi çeştli ilaçlar
* Tümörler
* Enflamasyonlar
* Anormal kan damarları
Konjenital glokom: ender gözüken bu durumda bebeklerde drenaj açısı doğuştan bozuk olarak gelişmiştir. Aileler bu durumdan;
* Gözde büyüme
* Gözün ön kısmının bulanıklaşması
* Sulanma ve ışıkta gözü kapatma gibi belirtilerle şüphelenebilirler.
Glokom tanısı nasıl konur?
Bu durumun tanısı yalnızca göz doktorlarınca konabilmektedir. Bu hastalığın tedavisinide yalnızca göz doktorları verebilmektedir. Tonometre adı verilen cihazlarla göz tansiyonunuz ölçülür, optik sinir göz dibi muayenesinde incelenir ve gerekirse görme alanı testiniz yapılır. Testler göz doktoru tarafından gerekli görülen hastalara yapılmaktadır.
Glokom için hangi risk faktörleri bulunmaktadır?
* İleri yaş
* Ailede glokom öyküsü
* Sigara
* Şeker hastalığı
* Hipertansiyon
* Myopi
* Uzun süreli kortizon tedavisi
* Göz yaralanmaları
Bunlar normal insanlardan daha fazla glokom gelişme riskiniz olduğunu belirtmektedir. Düzenli şekilde göz muayenesine gitmeniz gerekmektedir.
Glokom nasıl tedavi edilmektedir?
Glokom ile gözde oluşan hasar geri döndürülemez fakat kullanılan damlalar, haplar, lazer ve cerrahi tedavi ile hasarın ilerlemesi engellenir.
Hangi ilaçlar kullanılır?
Glokom genelde günde 1-2 defa kullanılan damlalar aracılığıyla tedavi edilir. Bu damlaların bazısı göz basıncını aköz humor salınımını azaltarak, bir kısmıda drenajı arttırarak etki eder.
Bu ilaçların düzenli aralarla kullanılması önemlidir. Damlaların çeşitli yan tesirleri olmaktadır.
Gözde batmalar
Kırmızı göz
Başağrısı
Nabız ve solunum düzeninde değişiklikler
Kullanılan haplar ise;
* Parmaklarda uyuşmalar
* Uyuklamalar
* İştah azalması
* Bağırsak alışkanlıklarında bozulma
* Böbrek taşları
* Kansızlık ve kanamalara yol açabilmektedir.
İlaçları kullanıyorsanız yukardakiler gibi belirtileriniz varsa doktorunuzla irtibata geçmeniz gerekmektedir.
Göz Tansiyonu İçin Ameliyat Olmam Gerekir mi?
Glokom hastaları, göz doktorunun artık tıbbi tedavinin yetersiz olduğuna karar verdiği zaman, ameliyat olmak zorunda kalırlar. Bu ameliya tta aközün drene olması için yeni bir kanal açılmaktadır. Bunun dışında tedavide çeşitli durumlarda lazerde kullanılabilmektedir.
Ne kadar zamanda bir kontrole gelmem gerekir?
40 yaşından sonra düzenli bir şekilde her 3 - 5 yılda bir kontrol edilmesi gerekmektedir.
Ailenizde glokomlu biri varsa, daha evel ciddi bir göz travması geirdiyseniz, steroid kullanıyorsanız 1 - 2 yılda bir kontrole gitmeniz gerekmektedir.
Unutmayın ki glokom tedavisini başarısı s izin verilen ilaçları düzenli kullanmanıza bağlıdır. Asla doktorunuza danışmadan ilaçlarınızı kullanmayı bırakmayın. Kendi görmenizi gene kendin izin koruyacağınızı Aklınızdan çıkarmayın!
Konuyla ilgili aramalar: glokom nedir , glokom tedavisi , göz tansiyonu ne demek , göz tansiyonu nasıl geçer
Glokom özellikle ileri yaşlardaki önemli bir körlük nedenidir. fakat hastalığa erken tanı konduğu zaman körlük yapması engellenmektedir.
Bir çok insan glokomun göz tansiyonuyla bir ilişkisi olduğunu bilmektedir. Aslında glokom beyine gördüklerimizi ileten görme sinirinin hastalığıdır.
Optik sinir elektrik ileten kablolara benzemektedir. İçinde binlerce lif bulunmaktadır. Her lif beyine görmemizi sağlayan mesajlar iletmektedir. Glokom bu liflere zarar vermekte ve görme alanımızda kör noktaların oluşmasına neden olmaktadır. İnsanlar bu kör noktaları çok ileri seviyelere ulaşana kadar farketmemektedir. Tüm sinir hasar görünce körlük meydana gelir.
Erken teşhis ve tedavi optik sinir hasarı ve körlüğün meydana gelmesinin önlenmesinde büyük önem taşımaktadır.
Glokomun nedeni nedir ve belirtileri nelerdir?
Vücu tta kan nasıl dolaşıyorsa gözün içindede aköz hümör adını verdiğimiz berrak bir sıvı dolaşmaktadır. Sıvının hareketi sürekli açık bir musluk ve lavaboya benzemektedir. Eğer lavabo tıkanırsa su birikmeye başlar ve basınç artar.
Glokomun tipleri nelerdir?
Kronik açık açılı glokom: en sık olan tipdir (%90). Drenaj açısının basitce yaşlanmasına bağlı oluşur. Bu yaşlanma yavaşca göz tansiyonunun yükselmesine neden olur. Bu yavaş yükseliş belirtiye neden olmaz ve tanının konulması ileri derecede kayıp olana kadar gecikebilir. Görmedeki kayıp fakat ileri bazı testler yapılarak bulunabilir.
Açı kapanması glokomu: Drenaj açısının aniden kapanmasıyla oluşur. Bu lavaboyu aniden bir kağıt ile tıkamaya benzer. Basınç birdenbire yükselir. Gözde iris bu kağıt görevini yapar.Göz basıncı aniden yükselir. Bu durumda çeşitli semptomlara yol açar:
* Görme bulanıklığı
* Gözde aşırı derecede ağrı
* Başağrısı
* Işık çevresinde renkli halolar
* Mide bulantısı ve kusma
Sekonder glokom: Drenaj açısını ikincil bir hastalığa bağlı bir şekilde bozulmasından meydana gelir.
* Yaralanmalar
* Steroid gibi çeştli ilaçlar
* Tümörler
* Enflamasyonlar
* Anormal kan damarları
Konjenital glokom: ender gözüken bu durumda bebeklerde drenaj açısı doğuştan bozuk olarak gelişmiştir. Aileler bu durumdan;
* Gözde büyüme
* Gözün ön kısmının bulanıklaşması
* Sulanma ve ışıkta gözü kapatma gibi belirtilerle şüphelenebilirler.
Glokom tanısı nasıl konur?
Bu durumun tanısı yalnızca göz doktorlarınca konabilmektedir. Bu hastalığın tedavisinide yalnızca göz doktorları verebilmektedir. Tonometre adı verilen cihazlarla göz tansiyonunuz ölçülür, optik sinir göz dibi muayenesinde incelenir ve gerekirse görme alanı testiniz yapılır. Testler göz doktoru tarafından gerekli görülen hastalara yapılmaktadır.
Glokom için hangi risk faktörleri bulunmaktadır?
* İleri yaş
* Ailede glokom öyküsü
* Sigara
* Şeker hastalığı
* Hipertansiyon
* Myopi
* Uzun süreli kortizon tedavisi
* Göz yaralanmaları
Bunlar normal insanlardan daha fazla glokom gelişme riskiniz olduğunu belirtmektedir. Düzenli şekilde göz muayenesine gitmeniz gerekmektedir.
Glokom nasıl tedavi edilmektedir?
Glokom ile gözde oluşan hasar geri döndürülemez fakat kullanılan damlalar, haplar, lazer ve cerrahi tedavi ile hasarın ilerlemesi engellenir.
Hangi ilaçlar kullanılır?
Glokom genelde günde 1-2 defa kullanılan damlalar aracılığıyla tedavi edilir. Bu damlaların bazısı göz basıncını aköz humor salınımını azaltarak, bir kısmıda drenajı arttırarak etki eder.
Bu ilaçların düzenli aralarla kullanılması önemlidir. Damlaların çeşitli yan tesirleri olmaktadır.
Gözde batmalar
Kırmızı göz
Başağrısı
Nabız ve solunum düzeninde değişiklikler
Kullanılan haplar ise;
* Parmaklarda uyuşmalar
* Uyuklamalar
* İştah azalması
* Bağırsak alışkanlıklarında bozulma
* Böbrek taşları
* Kansızlık ve kanamalara yol açabilmektedir.
İlaçları kullanıyorsanız yukardakiler gibi belirtileriniz varsa doktorunuzla irtibata geçmeniz gerekmektedir.
Göz Tansiyonu İçin Ameliyat Olmam Gerekir mi?
Glokom hastaları, göz doktorunun artık tıbbi tedavinin yetersiz olduğuna karar verdiği zaman, ameliyat olmak zorunda kalırlar. Bu ameliya tta aközün drene olması için yeni bir kanal açılmaktadır. Bunun dışında tedavide çeşitli durumlarda lazerde kullanılabilmektedir.
Ne kadar zamanda bir kontrole gelmem gerekir?
40 yaşından sonra düzenli bir şekilde her 3 - 5 yılda bir kontrol edilmesi gerekmektedir.
Ailenizde glokomlu biri varsa, daha evel ciddi bir göz travması geirdiyseniz, steroid kullanıyorsanız 1 - 2 yılda bir kontrole gitmeniz gerekmektedir.
Unutmayın ki glokom tedavisini başarısı s izin verilen ilaçları düzenli kullanmanıza bağlıdır. Asla doktorunuza danışmadan ilaçlarınızı kullanmayı bırakmayın. Kendi görmenizi gene kendin izin koruyacağınızı Aklınızdan çıkarmayın!
Konuyla ilgili aramalar: glokom nedir , glokom tedavisi , göz tansiyonu ne demek , göz tansiyonu nasıl geçer
Horlamanın Nedeni ve Tedavisi Nedir?
HORLAMA HASTALIĞI
Normal yetişkin insanların en az %45’i bazı zamanlar horlamaktadır. Bu şikayet %25’inde sürekli bir haldedir. Horlama problemi en sık şişman erkeklerde görülür ve yaşla beraber geçen her gün ile beraber artar.
300’den fazla firma horlamaya karşı cihaz geliştirmiştir. Bazı modeller pijama arkasına tenis topu yapıştırmak gibi eski bir modelin modifikasyonlarıdır (sırtüstü yatarken horlama daha çok artar). Çene ve boyun askıları, boyunluklar ve ağız içerisine yerleştirilen cihazlar hiç bir yarar sağlamamıştır. Horlama sesi ile çalışıp hastayı uyandıran elektronik cihazlar bulunmuştur. Bütün bunlar hastanın horlamadan uyuma alıştırmaları olarak düşünülmüştür. fakat ne yazık ki horlama bireyin kontrolünde olmayan bir problem olup tüm bu cihazlar hastayı yalnızca uyutmamaya yöneliktir.
HORLAMANIN NEDENİ NEDİR?
Ağız ve burun arkasındaki hava yolunda darlık olduğunda meydana gelen gürültü biçimindeki sese horlama denir. Dilin arkası ve yumuşak damak ve küçük dilin olduğu kısmın genizle birleştiği bölge kendiliğinden daralabilen bir bölgedir. Bunlar birbirleri üstüne geldiğinde solunumla beraber titreşmekte ve horlama ortaya çıkmaktadır.
Horlayan biri aşağıdaki sorunlardan en az birine sahiptir:
1. Dil ve boğaz kaslarının gerginliği azalmıştır. Gevşek kaslar sırt üstü yatınca dilin boğaz arkasına doğru kaymasına engel olamaz. Bu olay alkol ya da ilaç alarak gevşemiş birinin uykusunda kas kontrolünün kaybolması ile ortaya çıkar. Bazı insanlarda uykunun derin fazında gevşemeye bağlı bir şekilde yine horlama görülebilmektedir.
2. Boğazdaki dokular aşırı büyüktür. Büyük bademcik ve geniz eti çocuklarda en sık rastlanan horlama nedenidir. Şişman insanlarda kalın boyun dokusu sebep olarak gösterilir. Kist ve tümörler de ender olarak bu yolla horlama yapabilmektedir.
3. Yumuşak damak ve küçük dilin aşırı sarkık ve uzun olması boğaza doğru hava yolunu daraltır. Hava yoluna sarktığı için valv gibi horlamaya neden olur.
4. Burun tıkanık olması olan kişi havayı almak için genizde aşırı vakum yaratır. Bu vakum boğazda kollabe olabilen dokuları hava yoluna doğru çeker. Böylelikle burun açıkken horlamayan kişide horlama görülmeye başlar. Bu durum neden bazı kişilerin yalnızca alerjik dönemlerde veya grip, sinüzit olduğu zamanlarda horladığını izah etmektedir. Burun deformasyonları bu tip burun tıkanık olması nedenleri olarak bilinir. Deviasyon burun orta bölmesinin yan taraflara taşması olarak tanımlanır. Burun içi deformasyonları içinde en sık rastlananıdır.
HORLAMA CİDDİ BİR SORUN MUDUR?
Sosyal olarak evet! Bu aile yaşamını da ciddi olarak tehdit eder. Horlayan kişi alay konusu olur. Ailenin diğer bireyleri için uykusuz gecelerin sorumlusu tutulur. Horlayan kişi tatil ve iş gezilerinde istenilmeyen oda arkadaşı olur.
Tıbbi olarak evet! bireyin kendine verdiği zarar daha büyüktür. Dinlenilmeden geçirilen geceler vardır. Aşırı horlayan kişilerde yüksek tansiyon horlamayan kişilere göre daha sık görülür.
Horlamanın en ağır formu “tıkayıcı tipte horlama hastalığı” dır. “Uyku apnesi” diye bilinen bu hastalıkta şiddetli horlama nefessiz kalınan bir dönemle kesilmektedir. Bu sırada solunum tam olarak durmuştur. 10 saniyenin üzerindeki nefessiz kalma nöbetlerinin bir saat içinde 7’den fazla görülmesi yaşamı ciddi şekilde tehdit eder. Bu durumda doktorunuz size bir uyku merkezinde inceleme yapılmasını önerecektir.
Apneli (uykuda nefesin kesilmesi) hastalarda saatte 30-300 defa tıkanmalara rastlanılmaktadır. Böylelikle uykuda kan oksijen düzeyi aşırı oranda düşer. Oksijenin düştüğü bu dönemde kalp, kanı daha çok pompalamak zorundadır. Bir süre sonra kalp ritmi bozulurken, yıllar içinde yüksek tansiyon ve kalp büyümesi yarleşir. Tıkayıcı tipte horlama hastalığı olan kişiler uykularının çok az bir kısmında derin uyku fazına geçebilmektedirler. Derin faz gerçek dinlenme için tek yoldur. Dinlemeden geçirilen gecenin gündüzü uykulu, yorgun ve verimsiz geçecektir. Araba kullanırken ya da iş başında uyuklamalar görülecektir.
HORLAMA TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ?
Horlamanın birçok tipi tedavi edilebilir. yetişkin horlayan kişiler için aşağıda sıralanan tavsiyelere uyulmalıdır.
1.İyi bir adale tonusu kazanmak için sportif bir yaşam biçimi seçilmeli.
2.Horlayan kişiler, uyku ilaçları, sakinleştirici ve antihistaminik denilen alerji ilaçlarını uyku dan evvel almamalı.
3.Uykudan 4 saat önce alkol almaktan uzak durmalı.
4. Uykudan 3 saat önce ağır yemekten uzak durmalı.
5. Aşırı yorgunluktan uzak durmalı.
6. Uykuda yan yatmak tercih edilmeli.
7. Yatağın ızın başı daha yukarıda olmalı (10 cm).
8. Evde horlamayan kişilerin daha önce uykuya geçmeleri için onlara süre tanınmalı.
Horlama kişi ve ailesi için zararlı hale geldiğinde uzman doktorunuz ile görüşmeniz uygun olacaktır. Bu, özellikle uyku sırasında nefes alamama problemi olduğunda doktorunuza baş vurmanız daha da önem kazanmaktadır. Horlama hastasının burun, ağız ve boynunun detaylı muayenesi yapılmalıdır. Horlamanın boyutu ve horlayan bireyin sağlığını belirlemek açısından uyku laboratuarı çalışmaları değerlidir.
Tedavi şüphesiz tanıya dayanır. Bu alerji veya enfeksiyon tedavisi gibi basit ya da bademcik, geniz eti veya burun deformiteleri (bozuklukları) gibi cerrahi gerektirir biçimdedir. Horlama-nefessiz kalma hareketli dokuların sabitleştirilmesi ve hava yolunun daha genişletilmesini sağlayan horlama ameliyatlarından başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Buna uvulopalatofarengoplasti (UPPP) adı verilmektedir.
Laser’in kullanıldığı laser-assisted uvulopalatoplasti (LAUP) lokal anestezi ile yapılabilen bir başka ameliyattır. Cerrahinin çok riskli veya hasta tarafından istenmediği durumlarda, hasta boğaza basınçlı hava veren maske takarak (CPAP) uyuyabilir. Kronik olarak horlayan her çocuk KBB uzmanın tarafından detaylı olarak muayene edilmelidir. Bademcik ve geniz eti ameliyatının gerekli olduğu durumlarda cerrahi müdahale çocuk sağlığına ve gelişimine çok önemli yararlar sağlayacaktır.
Aklınızdan çıkarmayın! Horlama nefes almanın tehlikeli biçimde kesilmesidir. Horlama komik değildir, umutsuz hiç değildir.
Konuyla ilgili aramalar: horlamanın tedavisi , neden horlarız , babam çok horluyor , annem horluyor , horlamanın nedeni nedir
Normal yetişkin insanların en az %45’i bazı zamanlar horlamaktadır. Bu şikayet %25’inde sürekli bir haldedir. Horlama problemi en sık şişman erkeklerde görülür ve yaşla beraber geçen her gün ile beraber artar.
300’den fazla firma horlamaya karşı cihaz geliştirmiştir. Bazı modeller pijama arkasına tenis topu yapıştırmak gibi eski bir modelin modifikasyonlarıdır (sırtüstü yatarken horlama daha çok artar). Çene ve boyun askıları, boyunluklar ve ağız içerisine yerleştirilen cihazlar hiç bir yarar sağlamamıştır. Horlama sesi ile çalışıp hastayı uyandıran elektronik cihazlar bulunmuştur. Bütün bunlar hastanın horlamadan uyuma alıştırmaları olarak düşünülmüştür. fakat ne yazık ki horlama bireyin kontrolünde olmayan bir problem olup tüm bu cihazlar hastayı yalnızca uyutmamaya yöneliktir.
HORLAMANIN NEDENİ NEDİR?
Ağız ve burun arkasındaki hava yolunda darlık olduğunda meydana gelen gürültü biçimindeki sese horlama denir. Dilin arkası ve yumuşak damak ve küçük dilin olduğu kısmın genizle birleştiği bölge kendiliğinden daralabilen bir bölgedir. Bunlar birbirleri üstüne geldiğinde solunumla beraber titreşmekte ve horlama ortaya çıkmaktadır.
Horlayan biri aşağıdaki sorunlardan en az birine sahiptir:
1. Dil ve boğaz kaslarının gerginliği azalmıştır. Gevşek kaslar sırt üstü yatınca dilin boğaz arkasına doğru kaymasına engel olamaz. Bu olay alkol ya da ilaç alarak gevşemiş birinin uykusunda kas kontrolünün kaybolması ile ortaya çıkar. Bazı insanlarda uykunun derin fazında gevşemeye bağlı bir şekilde yine horlama görülebilmektedir.
2. Boğazdaki dokular aşırı büyüktür. Büyük bademcik ve geniz eti çocuklarda en sık rastlanan horlama nedenidir. Şişman insanlarda kalın boyun dokusu sebep olarak gösterilir. Kist ve tümörler de ender olarak bu yolla horlama yapabilmektedir.
3. Yumuşak damak ve küçük dilin aşırı sarkık ve uzun olması boğaza doğru hava yolunu daraltır. Hava yoluna sarktığı için valv gibi horlamaya neden olur.
4. Burun tıkanık olması olan kişi havayı almak için genizde aşırı vakum yaratır. Bu vakum boğazda kollabe olabilen dokuları hava yoluna doğru çeker. Böylelikle burun açıkken horlamayan kişide horlama görülmeye başlar. Bu durum neden bazı kişilerin yalnızca alerjik dönemlerde veya grip, sinüzit olduğu zamanlarda horladığını izah etmektedir. Burun deformasyonları bu tip burun tıkanık olması nedenleri olarak bilinir. Deviasyon burun orta bölmesinin yan taraflara taşması olarak tanımlanır. Burun içi deformasyonları içinde en sık rastlananıdır.
HORLAMA CİDDİ BİR SORUN MUDUR?
Sosyal olarak evet! Bu aile yaşamını da ciddi olarak tehdit eder. Horlayan kişi alay konusu olur. Ailenin diğer bireyleri için uykusuz gecelerin sorumlusu tutulur. Horlayan kişi tatil ve iş gezilerinde istenilmeyen oda arkadaşı olur.
Tıbbi olarak evet! bireyin kendine verdiği zarar daha büyüktür. Dinlenilmeden geçirilen geceler vardır. Aşırı horlayan kişilerde yüksek tansiyon horlamayan kişilere göre daha sık görülür.
Horlamanın en ağır formu “tıkayıcı tipte horlama hastalığı” dır. “Uyku apnesi” diye bilinen bu hastalıkta şiddetli horlama nefessiz kalınan bir dönemle kesilmektedir. Bu sırada solunum tam olarak durmuştur. 10 saniyenin üzerindeki nefessiz kalma nöbetlerinin bir saat içinde 7’den fazla görülmesi yaşamı ciddi şekilde tehdit eder. Bu durumda doktorunuz size bir uyku merkezinde inceleme yapılmasını önerecektir.
Apneli (uykuda nefesin kesilmesi) hastalarda saatte 30-300 defa tıkanmalara rastlanılmaktadır. Böylelikle uykuda kan oksijen düzeyi aşırı oranda düşer. Oksijenin düştüğü bu dönemde kalp, kanı daha çok pompalamak zorundadır. Bir süre sonra kalp ritmi bozulurken, yıllar içinde yüksek tansiyon ve kalp büyümesi yarleşir. Tıkayıcı tipte horlama hastalığı olan kişiler uykularının çok az bir kısmında derin uyku fazına geçebilmektedirler. Derin faz gerçek dinlenme için tek yoldur. Dinlemeden geçirilen gecenin gündüzü uykulu, yorgun ve verimsiz geçecektir. Araba kullanırken ya da iş başında uyuklamalar görülecektir.
HORLAMA TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ?
Horlamanın birçok tipi tedavi edilebilir. yetişkin horlayan kişiler için aşağıda sıralanan tavsiyelere uyulmalıdır.
1.İyi bir adale tonusu kazanmak için sportif bir yaşam biçimi seçilmeli.
2.Horlayan kişiler, uyku ilaçları, sakinleştirici ve antihistaminik denilen alerji ilaçlarını uyku dan evvel almamalı.
3.Uykudan 4 saat önce alkol almaktan uzak durmalı.
4. Uykudan 3 saat önce ağır yemekten uzak durmalı.
5. Aşırı yorgunluktan uzak durmalı.
6. Uykuda yan yatmak tercih edilmeli.
7. Yatağın ızın başı daha yukarıda olmalı (10 cm).
8. Evde horlamayan kişilerin daha önce uykuya geçmeleri için onlara süre tanınmalı.
Horlama kişi ve ailesi için zararlı hale geldiğinde uzman doktorunuz ile görüşmeniz uygun olacaktır. Bu, özellikle uyku sırasında nefes alamama problemi olduğunda doktorunuza baş vurmanız daha da önem kazanmaktadır. Horlama hastasının burun, ağız ve boynunun detaylı muayenesi yapılmalıdır. Horlamanın boyutu ve horlayan bireyin sağlığını belirlemek açısından uyku laboratuarı çalışmaları değerlidir.
Tedavi şüphesiz tanıya dayanır. Bu alerji veya enfeksiyon tedavisi gibi basit ya da bademcik, geniz eti veya burun deformiteleri (bozuklukları) gibi cerrahi gerektirir biçimdedir. Horlama-nefessiz kalma hareketli dokuların sabitleştirilmesi ve hava yolunun daha genişletilmesini sağlayan horlama ameliyatlarından başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Buna uvulopalatofarengoplasti (UPPP) adı verilmektedir.
Laser’in kullanıldığı laser-assisted uvulopalatoplasti (LAUP) lokal anestezi ile yapılabilen bir başka ameliyattır. Cerrahinin çok riskli veya hasta tarafından istenmediği durumlarda, hasta boğaza basınçlı hava veren maske takarak (CPAP) uyuyabilir. Kronik olarak horlayan her çocuk KBB uzmanın tarafından detaylı olarak muayene edilmelidir. Bademcik ve geniz eti ameliyatının gerekli olduğu durumlarda cerrahi müdahale çocuk sağlığına ve gelişimine çok önemli yararlar sağlayacaktır.
Aklınızdan çıkarmayın! Horlama nefes almanın tehlikeli biçimde kesilmesidir. Horlama komik değildir, umutsuz hiç değildir.
Konuyla ilgili aramalar: horlamanın tedavisi , neden horlarız , babam çok horluyor , annem horluyor , horlamanın nedeni nedir
Astım Nedir? Astımın Belirtileri ve Tedavisi
Astım Nedir?
Astım kısaca soluk yolu iltihaplanması olarak tanımlanabilir. Astım, hava yollarının kronik inflamatuvar hastalığıdır. Yani soluk yolu boyunca meydana gelmiş kalıcı bir iltihap söz konusudur.
Astımın Belirtileri Nelerdir?
Akciğerlerinizdeki hava yollarının etrafındaki kaslar birlikte kasılır veya daralır. Bu daralmaya genel olarak "bronkokonstriksiyon" denir ve akciğerlerin izin nefes alıp vermesini zorlaştırabilir.
Astım hastasıysanız, akciğerlerinizde bulunan hava yollarınız genelde şişlik ve rahatsızdır. Nöbet başladığı zaman daha da şişer ve rahatsızlanır. Doktorunuz bu şişme ve rahatsızlıktan "iltihaplanma" olarak bahsedebilir. İltihaplanma, ciğerlerinizden alıp verebildiğiniz hava miktarında azalmaya sebep olabilir.
Daralma ve iltihaplanma; hırıltılı solunum, öksürük, göğüs darlığı ve nefes darlığı gibi semptomlara yol açabilir. Ayrıca, tedavi edilmediği takdirde, astım uzun vadede akciğer işlevlerinin kaybına da sebep olabilmektedir.
Astımınız kontrol altında olmadığı zamanlarda neler yaşıyorsunuz? Nefes alırken ötme sesi mi çıkarıyorsunuz? Göğsünüzde darlık mı hissediyorsunuz? Çoğu astımlı hasta aşağıdaki klasik semptomların bir veya daha çoğunu yaşar:
* Ötme Sesi - Nefes verirken çıkan ıslığa benzeyen ses.
* Öksürük - Bir türlü kesilmeyen ve geceleri başlayan veya daha da kötüleşen bir öksürük
* Göğüs Darlığı - Göğsünüzün çevresi halatla sıkılıyormuş gibi bir his
* Nefes Darlığı - İncecik bir kamıştan nefes almaya çalışıyormuş, ha tta hiç nefes alamıyormuş gibi bir his. Özellikle nefes vermekte zorluk.
Yukarıda sayılan belirtiler doktorunuzun önerdiği tedavi planına uymadığınız (ha tta bazen uyduğunuzda bile) durumlarda oluşabilir.
Astımın temel gerçeği şudur: Astım hiç yakanızı bırakmayan sessiz ve sinsi bir rahatsızlık olabilir. Semptomlarınız olmadığı zamanlarda bile hava yollarınız daralmış ve iltihaplı olabilir. Bu yüzden de kendinizi iyi hissediyor olsanız bile astımı sürekli olarak kontrol altında tutmak büyük önem taşır. Tedavi edilmediği durumlarda, astımın uzun vadede akciğer işlevi kaybına yol açtığını gösteren kanıtların sayısı artmaktadır.
Astımı tetikleyen etkenler şunlardır:
* Allerjenler
* Solunum yolu infeksiyonları
* Ev içi hava kirliliği (pasif sigara içiciliği, kızartma kokuları, cila, parfüm, saç spreyi, insektisidler, deterjan, çamaşır suyu, temizlik malzemeleri, deodorant, sprey kokuları)
* Dış ortam hava kirliliği (kükürt dioksit, tozlar, ozon, egzoz gazları, polen, mantar sporları)
* Bazı hava koşulları (rüzgar, fırtına)
* Egzersiz ve hiperventilasyon
* Bazı besinler ve katkı maddeleri
* Bazı ilaçlar
* Emosyonel etkenler (ağlamak vs.)
Astım Tanısı Nasıl Konur?
Akciğer Grafisi: Doktorunuz önce diğer hastalıkların olup olmadığını anlamak için bir akciğer röntgeni isteyecektir.
Spirometri: Akciğerlerin işlevlerindeki deformiteleri (bozuklukları) ortaya çıkaran ve sıklıkla yapılan bir ölçümdür.
PEF takibi: Pefmetre adı verilen cihazla hastanın evde kendi yapacağı ölçümlerle yapılan tanı yöntemidir.
Provokasyon Testleri: Solunum yollarındaki aşırı duyarlılığı gösteren testlerdir.
Astım Tedavisi:
Astım tedavisinde ilk yapılacak olan sigaradan ve alerjiye neden olan faktörlerden uzak durmaktır. Ev akarlarına karşı evde nemin azaltılması, halıların ve tüylü oyuncakların kaldırılması, ahşap veya deri mobilya kullanılması tavsiye edilir. Astım kronik bir hastalıktır. Dolayısıyla tedavisi ömür boyudur. Astım hastaları hiç şikâyetleri olmasa bile astım ilaçlarını kullanmak zorundadırlar. Aksi takdirde her yeni "akut astım atağında" solunum yollarındaki iltihap daha da artacaktır. Astım ilaçları başlıca iki çeşittir. Hava yolunu genişletenler: Tıkanıklığı giderirler, nefes alıp vermeyi kolaylaştırırlar. İltihap gidericiler: Hava yollarındaki iltihabın artmasına engel olurlar. fakat iltihabı tamamen geçiremezler.
Öneriler
Astımın tanı ve tedavisinde izlenecek yolun hasta ve ilgili branş doktoru ile planlanması çok önemlidir. Tedaviden en iyi şekilde yararlanabilmeniz için astım konusunda bilmeniz gereken ana unsurlar;
* Hastanın Eğitimi
* Hastanın Düzenli Takibi
* Hastalığın Ağırlığının Saptanması
* Tetik Çeken Etkenlerin Uzaklaştırılması
* Atak Tedavisi İçin Hastaya Özgü Tedavi Planı
* Uzun Süreli Tedavi Planı
Astım kısaca soluk yolu iltihaplanması olarak tanımlanabilir. Astım, hava yollarının kronik inflamatuvar hastalığıdır. Yani soluk yolu boyunca meydana gelmiş kalıcı bir iltihap söz konusudur.
Astımın Belirtileri Nelerdir?
Akciğerlerinizdeki hava yollarının etrafındaki kaslar birlikte kasılır veya daralır. Bu daralmaya genel olarak "bronkokonstriksiyon" denir ve akciğerlerin izin nefes alıp vermesini zorlaştırabilir.
Astım hastasıysanız, akciğerlerinizde bulunan hava yollarınız genelde şişlik ve rahatsızdır. Nöbet başladığı zaman daha da şişer ve rahatsızlanır. Doktorunuz bu şişme ve rahatsızlıktan "iltihaplanma" olarak bahsedebilir. İltihaplanma, ciğerlerinizden alıp verebildiğiniz hava miktarında azalmaya sebep olabilir.
Daralma ve iltihaplanma; hırıltılı solunum, öksürük, göğüs darlığı ve nefes darlığı gibi semptomlara yol açabilir. Ayrıca, tedavi edilmediği takdirde, astım uzun vadede akciğer işlevlerinin kaybına da sebep olabilmektedir.
Astımınız kontrol altında olmadığı zamanlarda neler yaşıyorsunuz? Nefes alırken ötme sesi mi çıkarıyorsunuz? Göğsünüzde darlık mı hissediyorsunuz? Çoğu astımlı hasta aşağıdaki klasik semptomların bir veya daha çoğunu yaşar:
* Ötme Sesi - Nefes verirken çıkan ıslığa benzeyen ses.
* Öksürük - Bir türlü kesilmeyen ve geceleri başlayan veya daha da kötüleşen bir öksürük
* Göğüs Darlığı - Göğsünüzün çevresi halatla sıkılıyormuş gibi bir his
* Nefes Darlığı - İncecik bir kamıştan nefes almaya çalışıyormuş, ha tta hiç nefes alamıyormuş gibi bir his. Özellikle nefes vermekte zorluk.
Yukarıda sayılan belirtiler doktorunuzun önerdiği tedavi planına uymadığınız (ha tta bazen uyduğunuzda bile) durumlarda oluşabilir.
Astımın temel gerçeği şudur: Astım hiç yakanızı bırakmayan sessiz ve sinsi bir rahatsızlık olabilir. Semptomlarınız olmadığı zamanlarda bile hava yollarınız daralmış ve iltihaplı olabilir. Bu yüzden de kendinizi iyi hissediyor olsanız bile astımı sürekli olarak kontrol altında tutmak büyük önem taşır. Tedavi edilmediği durumlarda, astımın uzun vadede akciğer işlevi kaybına yol açtığını gösteren kanıtların sayısı artmaktadır.
Astımı tetikleyen etkenler şunlardır:
* Allerjenler
* Solunum yolu infeksiyonları
* Ev içi hava kirliliği (pasif sigara içiciliği, kızartma kokuları, cila, parfüm, saç spreyi, insektisidler, deterjan, çamaşır suyu, temizlik malzemeleri, deodorant, sprey kokuları)
* Dış ortam hava kirliliği (kükürt dioksit, tozlar, ozon, egzoz gazları, polen, mantar sporları)
* Bazı hava koşulları (rüzgar, fırtına)
* Egzersiz ve hiperventilasyon
* Bazı besinler ve katkı maddeleri
* Bazı ilaçlar
* Emosyonel etkenler (ağlamak vs.)
Astım Tanısı Nasıl Konur?
Akciğer Grafisi: Doktorunuz önce diğer hastalıkların olup olmadığını anlamak için bir akciğer röntgeni isteyecektir.
Spirometri: Akciğerlerin işlevlerindeki deformiteleri (bozuklukları) ortaya çıkaran ve sıklıkla yapılan bir ölçümdür.
PEF takibi: Pefmetre adı verilen cihazla hastanın evde kendi yapacağı ölçümlerle yapılan tanı yöntemidir.
Provokasyon Testleri: Solunum yollarındaki aşırı duyarlılığı gösteren testlerdir.
Astım Tedavisi:
Astım tedavisinde ilk yapılacak olan sigaradan ve alerjiye neden olan faktörlerden uzak durmaktır. Ev akarlarına karşı evde nemin azaltılması, halıların ve tüylü oyuncakların kaldırılması, ahşap veya deri mobilya kullanılması tavsiye edilir. Astım kronik bir hastalıktır. Dolayısıyla tedavisi ömür boyudur. Astım hastaları hiç şikâyetleri olmasa bile astım ilaçlarını kullanmak zorundadırlar. Aksi takdirde her yeni "akut astım atağında" solunum yollarındaki iltihap daha da artacaktır. Astım ilaçları başlıca iki çeşittir. Hava yolunu genişletenler: Tıkanıklığı giderirler, nefes alıp vermeyi kolaylaştırırlar. İltihap gidericiler: Hava yollarındaki iltihabın artmasına engel olurlar. fakat iltihabı tamamen geçiremezler.
Öneriler
Astımın tanı ve tedavisinde izlenecek yolun hasta ve ilgili branş doktoru ile planlanması çok önemlidir. Tedaviden en iyi şekilde yararlanabilmeniz için astım konusunda bilmeniz gereken ana unsurlar;
* Hastanın Eğitimi
* Hastanın Düzenli Takibi
* Hastalığın Ağırlığının Saptanması
* Tetik Çeken Etkenlerin Uzaklaştırılması
* Atak Tedavisi İçin Hastaya Özgü Tedavi Planı
* Uzun Süreli Tedavi Planı
Kaynak: AlternatifTedaviler
Hipertansiyon nedir? Kan Basıncı nedir?
KAN BASINCI: Kanın damar duvarına yaptığı basınç.
HİPERTANSİYON: Kan basıncının normal olarak kabul edilen sınırların üstüne çıkması.
HİPERTANSİYON NEDİR?
Kan basıncının kalp, beyin, böbrek ve retina gibi hedef organlarda hasar oluşturma riskini arttıracak düzeylere yükselmesidir. "Hipertansiyonun başladığı nokta, kan basıncını düşürmenin yararlarının düşürmemenin yararlarından fazla olmaya başladığı noktadır."
Kan Basıncı Sınıflandırması
Kan Basıncı Sınıflandırması:
Farklı tip ölçümlerde HT tanısı için kan basıncı eşik değerleri:
HİPERTANSİYON: Kan basıncının normal olarak kabul edilen sınırların üstüne çıkması.
HİPERTANSİYON NEDİR?
Kan basıncının kalp, beyin, böbrek ve retina gibi hedef organlarda hasar oluşturma riskini arttıracak düzeylere yükselmesidir. "Hipertansiyonun başladığı nokta, kan basıncını düşürmenin yararlarının düşürmemenin yararlarından fazla olmaya başladığı noktadır."
Kan Basıncı Sınıflandırması
Sistolik KB (mmHg) | Diyastolik KB (mmHg) | |
Optimal | <120 | <80 |
Normal | 120-129 | 80-84 |
Yüksek-normal | 130-139 | 85-89 |
Evre 1 hipertansiyon | 140-159 | 90-99 |
Evre 2 hipertansiyon | 160-179 | 100-109 |
Evre 3 hipertansiyon | >180 | >110 |
Kan Basıncı Sınıflandırması:
Kan Basıncı | SKB mmHg | DKB mmHg | |
Normal | <120 | ve | <80 |
Prehipertansiyon | 120-139 | veya | 80-89 |
Evre 1 HT | 140-159 | veya | 90-99 |
Evre 2 HT | >160 | veya | >100 |
Farklı tip ölçümlerde HT tanısı için kan basıncı eşik değerleri:
Sistolik KB Diyastolik KB (mmHg) (mmHg) | ||
Ofis/klinik | 140 | 90 |
24 saat | 120-130 | 80 |
Gündüz | 130-135 | 85 |
Gece | 120 | 70 |
Ev | 130-135 | 85 |
Meme Kanseri, Belirtileri ve Tedavisi
Kanser nedir?
Bir organ veya dokudaki hücrelerin düzensiz olarak bölünüp çoğalmasıyla beliren tümörlerin yol açtığı hastalığa kanser denir. Vücudun tüm doku ve organlarına yerleşebilir.
Meme kanseri nedir?
Meme, süt bezleri ve süt kanallarından oluşur. Bu bez ve kanalları döşeyen hücrelerin kontrol dışı çoğalması sonucu gelişen hastalığa Meme Kanseri denir.
Meme kanserinin belirtileri nelerdir?
* Meme muayenesinde ele kitle geLmesi.
* Memenin şekil ve büyüklüğünde degişiklik olması (Kabarıklık, düzleşme, deride kalınlaşma, renk
değişikliği, deride kızarıklık, önceden olmayan asimetri v.b.
* Meme başında her zamankinden farklı olan bozukluk, çekinti olması.
* Deride çekinti olması,
* Meme veya meme başında iyileşmeyen yara oLlması.
* Meme başından akıntı olması.
Bu belirtilerin biri veya birkaçının bir arada görüldüğü durumda en yakın sağlık kuruluşuna başvurmanız gerekmektedir.
Teşhisi Nasıl konur?
- Kendi kendine meme muayenesi
- Klinik meme muayenesi (hekim muayenesi)
- Mamografi
- Meme ultrasonografisi
- Biopsi yöntemleri ile meme kanserinin teşhisi mümkündür.
Erken tanı;
• Tedavi şansını artırır,
• Tedaviyi kolaylaştırır,
• Tedavi giderini azaltır,
• Doku ve organ kaybını önler,
• Sakatlık bırakmaz.
Meme Kanseri Riskinin Arttığı Durumlar
Yaş ilerledikçe risk artmaktadır, 40-49 yaş arasında her 66 kadından birinde; 50-59 yaş arasında her 40 kadından birinde meme kanseri riski mevcuttur. Yaş arttıkça risk artışı devam eder.
Aile öyküsü: Kişinin anne, kız kardeş, anneanne, hala ve teyzesinde 50 yaş öncesinde meme kanseri olması.
Hormon tedavisi: Hormon ilaçlarının kontrolsüz kullanımı,
Kötü beslenme: Fazla yağlı yiyecek ve içeceklerin tüketilmesi.
Kişisel öykü: Bir memede kanser olması veya önceden geçirilmiş kanser hastalığı.
Çocuk sayısı: Çocuğu olmamak ya da ilk çocuğunu 30 yaşlarından sonra doğurmak ve emzirmemiş olmak.
Diğer risk faktörleri: Kilo, aşırı alkol tüketimi, adet dönemlerinin erken yaşta başlaması, menopoz döneminin geç başlaması meme kanseri riskini arttırır.
Kitle Saptandığında Neler Yapılır?
• Mamografi
• Ultrasonografi
• Biyopsi
Mamografi Nedir?
Memenin röntgen ile görüntülenmesidir. "Tarama Amaçlı Mamografi" hiç bir şikayeti olmayan 40 yaş veya üzerindeki kadınlarda meme kanserinin erken tanısına yönelik olarak yılda 1 kez yapılan tetkiktir.
Meme ultrasonografisi nedir?
Özellikle mamografide şüpheli bir kitle veya yoğunluk artışı gözlemlenmesi halinde kitlelerin iç yapısının değerlendirilmesi amacıyla ultrason cihazıyla meme USG çekilmesidir.
Biopsi nedir?
Mamografi veya ultrasonografi ile kitle tespit edilen kişilerde iğne yolu ile kitleden doku örneği alınması işlemine biopsi denmektedir. Alınan bu doku Örnekleri laboratuar ortamında incelenerek yapılan hakkında bilgi edinilir.
Meme kanserinin tedavisi mümkün müdür?
Tüm meme kanserlerinin yüzde 90'ında tedavi mümkündür. Tedavi başarısı, teşhisin erken olduğu vakalarda daha yüksektir. Cerrahi, kemoterapi, hormon tedavisi ve ışın tedavisi başlıca tedavi yöntemleridir.
Meme Kanseri Riskinin Azaltılması mümkün müdür?
• Kilonun azaltılması,
• Sigara, alkol tüketiliyorsa bırakılması,
• Egzersiz yapılması (haftada 4-5 saat tempolu yürüyüş)
• Sebze, meyvenin bol tüketilmesi, fındık ve zeytinyağının kullanılmasına öncelik verilmesi
gibi basit önlemler ile meme kanseri riski % 30-40 oranında azaltılabilmektedir.
Bunları biliyor musunuz?
Kendi kendine meme muayenesi ideal olarak adet döngüsünün bitiminden sonra 5.-7. günlerde ayda bir kez yapılmalıdır.
Memedeki kitlelerin %30'i kadın tarafından yapılan aylık meme muayenesinde saptanır.
Kadınlarda en sık görülen kanser türüdür Her yıl dünyada bir milyondan fazla kadın meme kanserine yakalanmaktadır.
Tüm meme kanserlerinin yüzde 90'ında tedavi mümkündür Tedavi başarısı, teşhisin erken olduğu vakalarda daha yüksektir.
Günümüzde meme kanseri görülme oranı artış göstermekle birlikte, teknolojik gelişme ve erken tanı olanaklarının artmasıyla birlikte, meme kanseri ölüm oranı azalmaktadır.
Bir organ veya dokudaki hücrelerin düzensiz olarak bölünüp çoğalmasıyla beliren tümörlerin yol açtığı hastalığa kanser denir. Vücudun tüm doku ve organlarına yerleşebilir.
Meme kanseri nedir?
Meme, süt bezleri ve süt kanallarından oluşur. Bu bez ve kanalları döşeyen hücrelerin kontrol dışı çoğalması sonucu gelişen hastalığa Meme Kanseri denir.
Meme kanserinin belirtileri nelerdir?
* Meme muayenesinde ele kitle geLmesi.
* Memenin şekil ve büyüklüğünde degişiklik olması (Kabarıklık, düzleşme, deride kalınlaşma, renk
değişikliği, deride kızarıklık, önceden olmayan asimetri v.b.
* Meme başında her zamankinden farklı olan bozukluk, çekinti olması.
* Deride çekinti olması,
* Meme veya meme başında iyileşmeyen yara oLlması.
* Meme başından akıntı olması.
Bu belirtilerin biri veya birkaçının bir arada görüldüğü durumda en yakın sağlık kuruluşuna başvurmanız gerekmektedir.
Teşhisi Nasıl konur?
- Kendi kendine meme muayenesi
- Klinik meme muayenesi (hekim muayenesi)
- Mamografi
- Meme ultrasonografisi
- Biopsi yöntemleri ile meme kanserinin teşhisi mümkündür.
Erken tanı;
• Tedavi şansını artırır,
• Tedaviyi kolaylaştırır,
• Tedavi giderini azaltır,
• Doku ve organ kaybını önler,
• Sakatlık bırakmaz.
Meme Kanseri Riskinin Arttığı Durumlar
Yaş ilerledikçe risk artmaktadır, 40-49 yaş arasında her 66 kadından birinde; 50-59 yaş arasında her 40 kadından birinde meme kanseri riski mevcuttur. Yaş arttıkça risk artışı devam eder.
Aile öyküsü: Kişinin anne, kız kardeş, anneanne, hala ve teyzesinde 50 yaş öncesinde meme kanseri olması.
Hormon tedavisi: Hormon ilaçlarının kontrolsüz kullanımı,
Kötü beslenme: Fazla yağlı yiyecek ve içeceklerin tüketilmesi.
Kişisel öykü: Bir memede kanser olması veya önceden geçirilmiş kanser hastalığı.
Çocuk sayısı: Çocuğu olmamak ya da ilk çocuğunu 30 yaşlarından sonra doğurmak ve emzirmemiş olmak.
Diğer risk faktörleri: Kilo, aşırı alkol tüketimi, adet dönemlerinin erken yaşta başlaması, menopoz döneminin geç başlaması meme kanseri riskini arttırır.
Kitle Saptandığında Neler Yapılır?
• Mamografi
• Ultrasonografi
• Biyopsi
Mamografi Nedir?
Memenin röntgen ile görüntülenmesidir. "Tarama Amaçlı Mamografi" hiç bir şikayeti olmayan 40 yaş veya üzerindeki kadınlarda meme kanserinin erken tanısına yönelik olarak yılda 1 kez yapılan tetkiktir.
Meme ultrasonografisi nedir?
Özellikle mamografide şüpheli bir kitle veya yoğunluk artışı gözlemlenmesi halinde kitlelerin iç yapısının değerlendirilmesi amacıyla ultrason cihazıyla meme USG çekilmesidir.
Biopsi nedir?
Mamografi veya ultrasonografi ile kitle tespit edilen kişilerde iğne yolu ile kitleden doku örneği alınması işlemine biopsi denmektedir. Alınan bu doku Örnekleri laboratuar ortamında incelenerek yapılan hakkında bilgi edinilir.
Meme kanserinin tedavisi mümkün müdür?
Tüm meme kanserlerinin yüzde 90'ında tedavi mümkündür. Tedavi başarısı, teşhisin erken olduğu vakalarda daha yüksektir. Cerrahi, kemoterapi, hormon tedavisi ve ışın tedavisi başlıca tedavi yöntemleridir.
Meme Kanseri Riskinin Azaltılması mümkün müdür?
• Kilonun azaltılması,
• Sigara, alkol tüketiliyorsa bırakılması,
• Egzersiz yapılması (haftada 4-5 saat tempolu yürüyüş)
• Sebze, meyvenin bol tüketilmesi, fındık ve zeytinyağının kullanılmasına öncelik verilmesi
gibi basit önlemler ile meme kanseri riski % 30-40 oranında azaltılabilmektedir.
Bunları biliyor musunuz?
Kendi kendine meme muayenesi ideal olarak adet döngüsünün bitiminden sonra 5.-7. günlerde ayda bir kez yapılmalıdır.
Memedeki kitlelerin %30'i kadın tarafından yapılan aylık meme muayenesinde saptanır.
Kadınlarda en sık görülen kanser türüdür Her yıl dünyada bir milyondan fazla kadın meme kanserine yakalanmaktadır.
Tüm meme kanserlerinin yüzde 90'ında tedavi mümkündür Tedavi başarısı, teşhisin erken olduğu vakalarda daha yüksektir.
Günümüzde meme kanseri görülme oranı artış göstermekle birlikte, teknolojik gelişme ve erken tanı olanaklarının artmasıyla birlikte, meme kanseri ölüm oranı azalmaktadır.
Fenilketonüri (PKU) Hastalığı ve Tedavisi
FENİLKETONURİ HASTALIĞI :
Fenilketonüri Nedir?
Fenilketonüri, aileden katılım yoluyla geçebilen bir hastalıktır. Bu hastalıkla doğan çocuklar proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli bir maddeyi metobolize edemezler. Buna bağlı olarak kanda ve diğer vücut sıvılarında artmış olan bu madde ve onun atıkları çocuğun gelişmekte olan beynini harap eder. Dolayısıyla çocuğun ileri derecede zeka özürlü olmasına ve sinir sistemini ilgilendiren daha bir çok belirtinin ortaya çıkmasına neden olur.
Fenilketonüri Belirtileri Nelerdir ?
Hayatın ilk birkaç ayı içerisinde fenilketonüri hastalığı olan bebekleri sağlıklı bebeklerden ayıran özellikler fark edilemez.
Tedavi edilmeyen çocuklarda 4. ay civarında sinir sistemi belirtileri oluşmaya başlar. 5. - 6. aylardan sonra çocuklukta belirgin zeka geriliğinin yanında, akranlarından farklı olarak oturma, yürüme, konuşma gibi beceriler gelişemez. Beyin gelişmeleri normal olmadığından başları küçük kalır. Ayrıca kusma, aşırı el, kol, baş hareketleri, sara nöbetleri, ciltte döküntüler, idrar ve terin küf gibi kokması hastalığın önemli belirtilerindendir. Bu çocukların % 60'ında göz, kaş ve cilt rengi anne-babaya göre daha açıktır.
Nasıl Tedavi Edilir ?
Erken tanı konduğunda fenilketonüri tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavide genel ilke, gıda ile alınan fenilalanin miktarını azaltarak kan fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisi için fenilalanini çok azaltılmış özel ve ilaç niteliğindeki mamaların kullanılması gerekmektedir. Beyin dokusunun en hızlı geliştiği ilk 8-10 yıl boyunca tedavi devam etmelidir.
Ülkemizde Fenilketonüri Hangi Sıklıkta Görülür ?
Fenilketonüri Amerika'da ve bir birçok Avrupa Ülkesinde her 10.000-30.000 yeni doğanda bir görülmesine karşın Ülkemizde 3.000-4.500 yeni doğandan birinde görülmektedir. Türkiye Fenilketonüri hastalığının en sık görüldüğü bir ülkedir. Her yıl 400-500 çocuk bu hastalıkla doğmaktadır. Her 20-25 kişiden birinin hastalığı taşıyor olması ve ülkemizde akraba evliliklerinin yüksek oranda yapılması hastalığın sık görülmesine neden olmaktadır. Hastalığın yeterince bilinmemesi, zeka geriliği gösteren çocukların bu hastalık yönünden incelenmemesi hastalığın yayılışına neden olmaktadır.
Fenilketonüri Hastalığı Yeni doğan Döneminde Tanımlanabilir ;
Fenilketonüri hastalığı ile doğan bebeğin beyni etkilenmeden erken olarak tanımlanması çok önemlidir. Bu amaçla geliştirilmiş her yeni doğana uygulanabilecek pratik ve ekonomik bir test vardır. Doğumevleri, sağlık ocakları ve ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezlerinde hayatın ilk 24 saatlerinden sonra topuktan 1 damla kan teşhis için yeterlidir.
Konuyla ilgili aramalar : fenilketonuri pku nedir , fenilketonüri nasıl geçer
Fenilketonüri Nedir?
Fenilketonüri, aileden katılım yoluyla geçebilen bir hastalıktır. Bu hastalıkla doğan çocuklar proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli bir maddeyi metobolize edemezler. Buna bağlı olarak kanda ve diğer vücut sıvılarında artmış olan bu madde ve onun atıkları çocuğun gelişmekte olan beynini harap eder. Dolayısıyla çocuğun ileri derecede zeka özürlü olmasına ve sinir sistemini ilgilendiren daha bir çok belirtinin ortaya çıkmasına neden olur.
Fenilketonüri Belirtileri Nelerdir ?
Hayatın ilk birkaç ayı içerisinde fenilketonüri hastalığı olan bebekleri sağlıklı bebeklerden ayıran özellikler fark edilemez.
Tedavi edilmeyen çocuklarda 4. ay civarında sinir sistemi belirtileri oluşmaya başlar. 5. - 6. aylardan sonra çocuklukta belirgin zeka geriliğinin yanında, akranlarından farklı olarak oturma, yürüme, konuşma gibi beceriler gelişemez. Beyin gelişmeleri normal olmadığından başları küçük kalır. Ayrıca kusma, aşırı el, kol, baş hareketleri, sara nöbetleri, ciltte döküntüler, idrar ve terin küf gibi kokması hastalığın önemli belirtilerindendir. Bu çocukların % 60'ında göz, kaş ve cilt rengi anne-babaya göre daha açıktır.
Nasıl Tedavi Edilir ?
Erken tanı konduğunda fenilketonüri tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavide genel ilke, gıda ile alınan fenilalanin miktarını azaltarak kan fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisi için fenilalanini çok azaltılmış özel ve ilaç niteliğindeki mamaların kullanılması gerekmektedir. Beyin dokusunun en hızlı geliştiği ilk 8-10 yıl boyunca tedavi devam etmelidir.
Ülkemizde Fenilketonüri Hangi Sıklıkta Görülür ?
Fenilketonüri Amerika'da ve bir birçok Avrupa Ülkesinde her 10.000-30.000 yeni doğanda bir görülmesine karşın Ülkemizde 3.000-4.500 yeni doğandan birinde görülmektedir. Türkiye Fenilketonüri hastalığının en sık görüldüğü bir ülkedir. Her yıl 400-500 çocuk bu hastalıkla doğmaktadır. Her 20-25 kişiden birinin hastalığı taşıyor olması ve ülkemizde akraba evliliklerinin yüksek oranda yapılması hastalığın sık görülmesine neden olmaktadır. Hastalığın yeterince bilinmemesi, zeka geriliği gösteren çocukların bu hastalık yönünden incelenmemesi hastalığın yayılışına neden olmaktadır.
Fenilketonüri Hastalığı Yeni doğan Döneminde Tanımlanabilir ;
Fenilketonüri hastalığı ile doğan bebeğin beyni etkilenmeden erken olarak tanımlanması çok önemlidir. Bu amaçla geliştirilmiş her yeni doğana uygulanabilecek pratik ve ekonomik bir test vardır. Doğumevleri, sağlık ocakları ve ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezlerinde hayatın ilk 24 saatlerinden sonra topuktan 1 damla kan teşhis için yeterlidir.
Konuyla ilgili aramalar : fenilketonuri pku nedir , fenilketonüri nasıl geçer
Su Çiçeği Hastalığı, Belirtileri, Tedavisi
Suçiçeği :
Su çiçeği döküntü ile karakterize,ciltte kalıcı sorunlar yaratan ve izler bırakan bulaşıcı viral bir hastalıktır. Su çiçeği genellikle hafif seyirli bir hastalık olmakla birlikte hem erişkinler hem de çocuklarda aşağıdaki komplikasyonlara yol açabilir : Ciltte bozukluk ve izlere yol açan süperenfeksiyonlar ( Özellikle yüzde oluştuğunda rahatsız edici olan kalıcı bozukluk ve izler). Hastanede tedavi gerektiren zatürre, ensefalit. Bazı vakalarda ölümler.
Su Çiçeği nasıl bulaşır?
İnsandan insana soluma, öksürme ve hapşırma yoluyla. Su çiçeği döküntüleri çok bulaşıcı olduğu için hastayla doğrudan temas yoluyla. Çocukların kreş, okul, vb. toplu bulundukları ortamlarda bulaşma çok hızlıdır.
Su çiçeği ne zaman bulaşır?
Döküntülerin ortaya çıkışından 2 gün önce ve 4-5 gün sonrasına kadar hastalık bulaşıcı durumdadır. Döküntülerin görülmesinden 2 gün öncesine kadarkarakteristik klinik belirtiler görülmediğinden su çiçeğinin bulaşması kolay ve sinsi bir süreç izler.
Su çiçeğinin belirtileri nelerdir?
Su çiçeği belirtileri, hasta ile temastan 14 ile 16 gün sonra ortaya çıkmaya başlar. Döküntüden 1-2 gün önce baş ağrısı, ateş, karın ağrısıve halsizlik görülür. Kızarıklıklar kafa derisi, yüz ve gövdenin üst kısımlarından başlayıp daha sonra kol ve bacaklara yayılır.
Su çiçeğine karşı korunmanın yolu nedir?
Su çiçeği’ nden korunmanın yolu su çiçeği aşısı olmaktır.Aşılama, çocuk ya da erişkinlerin bu hastalığa karşı korunmasında son derece etkin ve güvenilir bir yoldur. Su çiçeği aşısı hakkında bilinmesi gerekenler: Su çiçeği aşısı, etkin bir bağışıklık ve aşılanmış kişilere uzun süreli koruma sağlamaktadır. Güvenilir ve iyi tolere edildiği kanıtlanmış olan bu aşı 12 aylıktan başlamak üzere her yaştaki insana uygulanabilir.
Aşılanmanın avantajları nelerdir?
Hastalığın geçirilmesi engellenerek: Yara izleri, süperenfeksiyon gibi cilt bozuklukları yanında hayati tehlike yaratabilen diğer komplikasyon risklerini ortadan kaldırmak, Karantina, okula devamsızlık ve işgücü kayıplarını önlemek, Su çiçeği geçirmemiş çocukları, doğurganlık çağındaki kadınları ya da çocuk sahibi anne ve babaları korumak.
Konuyla ilgili aramalar: : su çiçeği hastalığı , su çiçeğinin belirtileri , suçiçeği
Su çiçeği döküntü ile karakterize,ciltte kalıcı sorunlar yaratan ve izler bırakan bulaşıcı viral bir hastalıktır. Su çiçeği genellikle hafif seyirli bir hastalık olmakla birlikte hem erişkinler hem de çocuklarda aşağıdaki komplikasyonlara yol açabilir : Ciltte bozukluk ve izlere yol açan süperenfeksiyonlar ( Özellikle yüzde oluştuğunda rahatsız edici olan kalıcı bozukluk ve izler). Hastanede tedavi gerektiren zatürre, ensefalit. Bazı vakalarda ölümler.
Su Çiçeği nasıl bulaşır?
İnsandan insana soluma, öksürme ve hapşırma yoluyla. Su çiçeği döküntüleri çok bulaşıcı olduğu için hastayla doğrudan temas yoluyla. Çocukların kreş, okul, vb. toplu bulundukları ortamlarda bulaşma çok hızlıdır.
Su çiçeği ne zaman bulaşır?
Döküntülerin ortaya çıkışından 2 gün önce ve 4-5 gün sonrasına kadar hastalık bulaşıcı durumdadır. Döküntülerin görülmesinden 2 gün öncesine kadarkarakteristik klinik belirtiler görülmediğinden su çiçeğinin bulaşması kolay ve sinsi bir süreç izler.
Su çiçeğinin belirtileri nelerdir?
Su çiçeği belirtileri, hasta ile temastan 14 ile 16 gün sonra ortaya çıkmaya başlar. Döküntüden 1-2 gün önce baş ağrısı, ateş, karın ağrısıve halsizlik görülür. Kızarıklıklar kafa derisi, yüz ve gövdenin üst kısımlarından başlayıp daha sonra kol ve bacaklara yayılır.
Su çiçeğine karşı korunmanın yolu nedir?
Su çiçeği’ nden korunmanın yolu su çiçeği aşısı olmaktır.Aşılama, çocuk ya da erişkinlerin bu hastalığa karşı korunmasında son derece etkin ve güvenilir bir yoldur. Su çiçeği aşısı hakkında bilinmesi gerekenler: Su çiçeği aşısı, etkin bir bağışıklık ve aşılanmış kişilere uzun süreli koruma sağlamaktadır. Güvenilir ve iyi tolere edildiği kanıtlanmış olan bu aşı 12 aylıktan başlamak üzere her yaştaki insana uygulanabilir.
Aşılanmanın avantajları nelerdir?
Hastalığın geçirilmesi engellenerek: Yara izleri, süperenfeksiyon gibi cilt bozuklukları yanında hayati tehlike yaratabilen diğer komplikasyon risklerini ortadan kaldırmak, Karantina, okula devamsızlık ve işgücü kayıplarını önlemek, Su çiçeği geçirmemiş çocukları, doğurganlık çağındaki kadınları ya da çocuk sahibi anne ve babaları korumak.
Konuyla ilgili aramalar: : su çiçeği hastalığı , su çiçeğinin belirtileri , suçiçeği
Astım Nedir? Astım Hastalığının Tedavisi
Astım nedir?
Astım, hava yollarının çeşitli uyaranlara artmış yanıtının söz konusu olduğu, tekrarlayıcı, kendiliğinden veya tedavi ile tamamen veya kısmen geri dönüşümlü öksürük, hırıltı, nefes darlığı gibi belirtilerinin yer aldığı bir hastalıktır.
Astım Neden olur?
Çocukluk çağında % 90 oranında allerjik kökenli olduğu bilinmektedir. Yıl boyu maruz kalınan ev içi allerjenlerin bronşlarda yarattığı allerjik iltihabi durum, soğuk hava, egzersiz, viral solunum yolu enfeksiyonları, kimyasal buharlar, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi nonspesifik uyaranlarla temas sonucu astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bunun yanında spesifik olarak allerjinin söz konusu olduğu ev dışı allerjenlerle temas sonucu genellikle mevsimsel olarak aynı tablo gözlenmektedir.
Nasıl seyreder?
Astım tanısı alan çocukların çoğunun hayatın ilk 2 yılında belirti verdiği saptanır. İlk yıllarda öksürük ve hırıltının ana uyaranı viral solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Bu yaşlarda akciğerlerin gelişiminin henüz tamamlanmamış olması, küçük hava yolu çaplarının dar, kıkırdak dokunun az olması, tekrarlayıcı bronş daralmasına katkıda bulunur. Dört beş yaşlarında akciğerlerin gelişiminin tamamlanması ile erken yaşlarda astım belirtileri gösteren birçok çocukta klinik olarak düzelme gözlenmektedir. Düzelmeyen bir grup hasta ve daha geç astım tanısı almış çocukların bir kısmı da ergenlik çağında klinik bir iyilik dönemine girerler. Genel olarak çocukluk çağında astım tanısı almış hastaların yaklaşık %50-60'ı ergenlik döneminde iyileşirler. İyileşen olguların bir bölümü orta yaş döneminde tekrar hastalık belirtileri göstermeye başlayabilmektedirler.
Nasıl teşhis edilir?
Astım tanısı koymada en değerli tanı aracı öyküdür. Öksürük, hırıltı ve / veya nefes darlığı belirtilerinin gece kötüleşmesi şiddetle astımı düşündürür. Yattıktan sonra veya sabaha karşı yaklaşık 30 dakika süreyle devam eden ve bronş genişletici ilaçlara olumlu yanıt veren öksürük aksi ispat edilene kadar astım kabul edilmelidir.
Akciğer fonksiyonları nasıl değerlendirilir?
Astımda akciğer fonksiyonlarının ölçülmesi gerek tanı gerekse tedaviye yanıtın değerlendirilmesi açısından büyük önem taşır. Spirometre ile ölçülen solunum fonksiyonlarında zorlu nefes verme sırasında yapılan ölçümlerin sağlıklı bireylerle yapılan karşılaştırılması ve tedavi ile bu değerlerin göstermekte olduğu düzelme değerlendirilmektedir.
Allerji nasıl belirlenir?
Astıma neden olması olası allerjinin hangi maddeye karşı geliştiğinin saptanmasında allerji deri testleri kullanılır. Ön kol ön yüzüne veya sırta delme metodu ile uygulanan deri testinde ciltteki kızarma ve kabarmanın şiddetine göre değerlendirme yapılıp, hastanın neye allerjisi olduğu saptanmaktadır.
Allerji deri testi uygulamasının mümkün olmadığı, 3 yaş altı çocuklar, yaygın allerjik egzaması olan hastalar, antihistaminik içeren ilaç kullanmakta olanlar, ciltte dermografismus adı verilen cilde bastırma sonucu kabarma reaksiyonu verenlerde, kanda spesifik immünoglobulin E düzeyi saptanması yöntemiyle allerjen tespiti yapılabilir.
Astım nasıl tedavi edilir?
Tüm allerjik hastalıklarda olduğu gibi astımda da birinci basamak tedavi alleji geliştirilmiş olan maddeden uzak durmaktır. Uygun öneriler doğrultusunda alınacak çevre önlemleri ile hastalık belirtilerinin ve bronşlardaki aşırı duyarlılığın belirgin derecede azalması mümkündür.
Çevre önlemlerinin yeterli olmadığı, ilaç tedavisinin uygun görüldüğü hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey ilaçlar kullanılmaktadır. Bunlar sadece bronşları gevşetici özelliğe sahip rahatlatıcılar ve allerjik iltihabın yarattığı aşırı bronş duyarlılığını azaltmak yoluyla tedavi edici özelliğe sahip olanlar olarak ikiye ayrılabilir. Son yıllarda bu amaca yönelik kana karışma oranı en aza indirilmiş, kortizonlu ilaçlara özgü yan etkileri ağızdan alınanlara kıyasla çok çok az olan yeni jenerasyon kortizon bazlı sprey ilaçlar geliştirilmiştir. Allerjinin bronşlarda yapabileceği kalıcı hasarı önlemede tek seçenek olarak sunulan bu ilaçlarla astım belirtileri en aza indirilmektedir..
Konuyla ilgili aramalar: : astım hastalığı nedir , astım nasıl olur , astım tanısı nasıl konur , nasıl geçer
Astım, hava yollarının çeşitli uyaranlara artmış yanıtının söz konusu olduğu, tekrarlayıcı, kendiliğinden veya tedavi ile tamamen veya kısmen geri dönüşümlü öksürük, hırıltı, nefes darlığı gibi belirtilerinin yer aldığı bir hastalıktır.
Astım Neden olur?
Çocukluk çağında % 90 oranında allerjik kökenli olduğu bilinmektedir. Yıl boyu maruz kalınan ev içi allerjenlerin bronşlarda yarattığı allerjik iltihabi durum, soğuk hava, egzersiz, viral solunum yolu enfeksiyonları, kimyasal buharlar, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi nonspesifik uyaranlarla temas sonucu astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bunun yanında spesifik olarak allerjinin söz konusu olduğu ev dışı allerjenlerle temas sonucu genellikle mevsimsel olarak aynı tablo gözlenmektedir.
Nasıl seyreder?
Astım tanısı alan çocukların çoğunun hayatın ilk 2 yılında belirti verdiği saptanır. İlk yıllarda öksürük ve hırıltının ana uyaranı viral solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Bu yaşlarda akciğerlerin gelişiminin henüz tamamlanmamış olması, küçük hava yolu çaplarının dar, kıkırdak dokunun az olması, tekrarlayıcı bronş daralmasına katkıda bulunur. Dört beş yaşlarında akciğerlerin gelişiminin tamamlanması ile erken yaşlarda astım belirtileri gösteren birçok çocukta klinik olarak düzelme gözlenmektedir. Düzelmeyen bir grup hasta ve daha geç astım tanısı almış çocukların bir kısmı da ergenlik çağında klinik bir iyilik dönemine girerler. Genel olarak çocukluk çağında astım tanısı almış hastaların yaklaşık %50-60'ı ergenlik döneminde iyileşirler. İyileşen olguların bir bölümü orta yaş döneminde tekrar hastalık belirtileri göstermeye başlayabilmektedirler.
Nasıl teşhis edilir?
Astım tanısı koymada en değerli tanı aracı öyküdür. Öksürük, hırıltı ve / veya nefes darlığı belirtilerinin gece kötüleşmesi şiddetle astımı düşündürür. Yattıktan sonra veya sabaha karşı yaklaşık 30 dakika süreyle devam eden ve bronş genişletici ilaçlara olumlu yanıt veren öksürük aksi ispat edilene kadar astım kabul edilmelidir.
Akciğer fonksiyonları nasıl değerlendirilir?
Astımda akciğer fonksiyonlarının ölçülmesi gerek tanı gerekse tedaviye yanıtın değerlendirilmesi açısından büyük önem taşır. Spirometre ile ölçülen solunum fonksiyonlarında zorlu nefes verme sırasında yapılan ölçümlerin sağlıklı bireylerle yapılan karşılaştırılması ve tedavi ile bu değerlerin göstermekte olduğu düzelme değerlendirilmektedir.
Allerji nasıl belirlenir?
Astıma neden olması olası allerjinin hangi maddeye karşı geliştiğinin saptanmasında allerji deri testleri kullanılır. Ön kol ön yüzüne veya sırta delme metodu ile uygulanan deri testinde ciltteki kızarma ve kabarmanın şiddetine göre değerlendirme yapılıp, hastanın neye allerjisi olduğu saptanmaktadır.
Allerji deri testi uygulamasının mümkün olmadığı, 3 yaş altı çocuklar, yaygın allerjik egzaması olan hastalar, antihistaminik içeren ilaç kullanmakta olanlar, ciltte dermografismus adı verilen cilde bastırma sonucu kabarma reaksiyonu verenlerde, kanda spesifik immünoglobulin E düzeyi saptanması yöntemiyle allerjen tespiti yapılabilir.
Astım nasıl tedavi edilir?
Tüm allerjik hastalıklarda olduğu gibi astımda da birinci basamak tedavi alleji geliştirilmiş olan maddeden uzak durmaktır. Uygun öneriler doğrultusunda alınacak çevre önlemleri ile hastalık belirtilerinin ve bronşlardaki aşırı duyarlılığın belirgin derecede azalması mümkündür.
Çevre önlemlerinin yeterli olmadığı, ilaç tedavisinin uygun görüldüğü hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey ilaçlar kullanılmaktadır. Bunlar sadece bronşları gevşetici özelliğe sahip rahatlatıcılar ve allerjik iltihabın yarattığı aşırı bronş duyarlılığını azaltmak yoluyla tedavi edici özelliğe sahip olanlar olarak ikiye ayrılabilir. Son yıllarda bu amaca yönelik kana karışma oranı en aza indirilmiş, kortizonlu ilaçlara özgü yan etkileri ağızdan alınanlara kıyasla çok çok az olan yeni jenerasyon kortizon bazlı sprey ilaçlar geliştirilmiştir. Allerjinin bronşlarda yapabileceği kalıcı hasarı önlemede tek seçenek olarak sunulan bu ilaçlarla astım belirtileri en aza indirilmektedir..
Konuyla ilgili aramalar: : astım hastalığı nedir , astım nasıl olur , astım tanısı nasıl konur , nasıl geçer
Alerji nedir, Allerji Nelere Karşi olunur
Allerji nedir? Allerji, çoğu bireyin temas ettiğinde sorun yaşamadığı bir maddeye karşı vücudun anormal duyarlılık göstermesi olarak tanımlanabilir. Allerji çoğu zaman aile bireyleri arasında multifaktoriyel genetik bir geçiş göstermektedir. Anne ya da babadan birinin allerjik vücut yapısına sahip olması durumunda çocukta allerji gelişme riski % 25 iken, hem annenin hem babanın allerjik olması durumunda bu oran % 50'ye çıkmaktadır. Hem anne, hem babada aynı allerjik hastalığın bulunması durumunda ise çocukta aynı hastalık görülme riski % 70 olarak bildirilmektedir.
Allerji nelere karşı gelişir? Çevremizde var olan her tür maddeye karşı allerjik reaksiyon gelişebilir. Allerjenler gıdalarla alınanlar, hava yolu ile alınanlar, vücuda dışarıdan enjekte edilenler ve deri yolu ile alınanlar şeklinde sınıflandırılabilir. İlk 3 yaşta ağızdan alınan maddelere karşı (en sık inek sütü, soya ve yumurta) allerji gelişimi ön planda iken, 3 yaştan sonra hava ile alınan allerjenlerle reaksiyonlar ön plana geçer. Hava ile alınan allerjenler içinde, , küf mantarları, hayvan epitel ve tüyleri, yabani ot, çimen ve ağaç polenleri sayılabilir.
Allerjik hastalıklar nelerdir? Allerjik reaksiyonlar çocuklarda çeşitli hastalık tipleri ile karşımıza çıkmaktadır. (kurdeşen), ve genel hastalık tiplerini oluşturur.
Konuyla ilgili aramalar: : allerji nedir , alerjiye neden olan şeyler
Allerji nelere karşı gelişir? Çevremizde var olan her tür maddeye karşı allerjik reaksiyon gelişebilir. Allerjenler gıdalarla alınanlar, hava yolu ile alınanlar, vücuda dışarıdan enjekte edilenler ve deri yolu ile alınanlar şeklinde sınıflandırılabilir. İlk 3 yaşta ağızdan alınan maddelere karşı (en sık inek sütü, soya ve yumurta) allerji gelişimi ön planda iken, 3 yaştan sonra hava ile alınan allerjenlerle reaksiyonlar ön plana geçer. Hava ile alınan allerjenler içinde, , küf mantarları, hayvan epitel ve tüyleri, yabani ot, çimen ve ağaç polenleri sayılabilir.
Allerjik hastalıklar nelerdir? Allerjik reaksiyonlar çocuklarda çeşitli hastalık tipleri ile karşımıza çıkmaktadır. (kurdeşen), ve genel hastalık tiplerini oluşturur.
Konuyla ilgili aramalar: : allerji nedir , alerjiye neden olan şeyler
Kızıl Hastalığı, Belirtileri ve Tedavisi
Kızıl Hastalığı nedir: Kızıl, çocuğun bütün derisinde özgün bir kırmızımsı-pembe döküntü oluşturan, oldukça yaygın bir çocukluk hastalığıdır. Boğaz ağrısına da yol açan streptokok bakterilerinden yol açtığı kızıl, kolayca tedavi edilen bir hastalıktır.
Kızıl Hastalığının Nedenleri, Görülme sıklığı, Risk faktörleri :
Kızıla yol açan bakteri, aynı zamanda bademcik iltihabına ve birçok boğaz ağrısına da yol açan streptokoklar grubundandır. Kızıl hastalığından sorumlu olan streptokok türü boğaz ve bademciklere yayılarak, çoğalır. Bakteriler çoğalmaları sırasında toksin üretirler ve bu toksin biriktikçe, kan dolaşımı aracılığıyla bütün bedeni etkilemeye başlar. Bakteriler öksürük ve hapşırmayla, ayrıca enfeksiyonu taşıyan insanlarla temasla bulaşabilir. Bedene girmelerinden sonra, kuluçka dönemi altı gün kadar sürer.
Belirtileri :
En kötü biçimiyle kızıl, çocuğun ateşinin apansız çok fazla yükselmesiyle başlar; ayrıca çocuk kızarır, boğazı ağrır, bademcikleri şişerek kızarır ve beyaz bir zarla kaplanır. İkinci gün, yüzü kırmızı bir renk alır ve döküntü bedenin her yerine yayılır. Kabarık lekeler, deriye benekli bir görünüm verir.
Başlangıçta dil beyaz ve kaba tüylü bir görünümdedir; hastalık ilerledikçe kırmızı lekelerle kaplanmaya başlar ve kızıl hastalığının niteleyici görünümü olan “çilek dil” görünümünü alır. Çocuk kendini son derece kötü ve bitkin hisseder, iştahı son derece azalır. Ama döküntü soldukça, kendini daha iyi hissetmeye başlar. Derisi ve dili normale dönmeden önce, altı hafta kadar soyulur; bununla birlikte hastalığının başladığı günden bir hafta ya da on gün sonra iyileşir.
Tedavisi :
Tedavide genellikle streptokokları öldüren penisilin kullanılır. Hastalığın hafif geçtiği çocuklarda bile mikropların üreme şansı kalmaması ve çocuğun enfeksiyonu başkalarına bulaştırmaması için, birkaç gün süreyle penisilin tedavisi uygulanır. Hasta çocuk yatak dinlenmesine alınır; ateşi yüksekse, düşürmek için bedenin günde birkaç kez ılık suya batırılmış süngerle silinmesi gerekir.
Terleme yoluyla yitirdikleri beden sıvılarını karşılamak ve su yitimine uğramalarını önlemek için bol sıvı içirilmelidir. Sulandırılmış meyve suları içtiği sürece, iştahsızlığı karşısında herhangi bir kaygıya kapılmaya neden yoktur.
Komplikasyonlar/Riskler :
Kızıl genellikle, normal evrimini tamamlayarak hiçbir soruna yol açmadan kısa sürede iyileşir. Tedaviye hemen başlanılmaması, yani streptokokların çoğalarak yayılmalarına olanak verilmesi durumunda, ortaya çıkabilecek ikinci enfeksiyonlar arasında ortakulak iltihabı, bir çeşit böbrek iltihabı ve romatizma sayılabilir. Romatizma ve böbrek iltihabı ciddi hastalıklardır.
Kaynak: Medicare
Konuyla ilgili aramalar: : kızıl hastalığı , kızıl aşısı , çocuğum kızıl
Kızıl Hastalığının Nedenleri, Görülme sıklığı, Risk faktörleri :
Kızıla yol açan bakteri, aynı zamanda bademcik iltihabına ve birçok boğaz ağrısına da yol açan streptokoklar grubundandır. Kızıl hastalığından sorumlu olan streptokok türü boğaz ve bademciklere yayılarak, çoğalır. Bakteriler çoğalmaları sırasında toksin üretirler ve bu toksin biriktikçe, kan dolaşımı aracılığıyla bütün bedeni etkilemeye başlar. Bakteriler öksürük ve hapşırmayla, ayrıca enfeksiyonu taşıyan insanlarla temasla bulaşabilir. Bedene girmelerinden sonra, kuluçka dönemi altı gün kadar sürer.
Belirtileri :
En kötü biçimiyle kızıl, çocuğun ateşinin apansız çok fazla yükselmesiyle başlar; ayrıca çocuk kızarır, boğazı ağrır, bademcikleri şişerek kızarır ve beyaz bir zarla kaplanır. İkinci gün, yüzü kırmızı bir renk alır ve döküntü bedenin her yerine yayılır. Kabarık lekeler, deriye benekli bir görünüm verir.
Başlangıçta dil beyaz ve kaba tüylü bir görünümdedir; hastalık ilerledikçe kırmızı lekelerle kaplanmaya başlar ve kızıl hastalığının niteleyici görünümü olan “çilek dil” görünümünü alır. Çocuk kendini son derece kötü ve bitkin hisseder, iştahı son derece azalır. Ama döküntü soldukça, kendini daha iyi hissetmeye başlar. Derisi ve dili normale dönmeden önce, altı hafta kadar soyulur; bununla birlikte hastalığının başladığı günden bir hafta ya da on gün sonra iyileşir.
Tedavisi :
Tedavide genellikle streptokokları öldüren penisilin kullanılır. Hastalığın hafif geçtiği çocuklarda bile mikropların üreme şansı kalmaması ve çocuğun enfeksiyonu başkalarına bulaştırmaması için, birkaç gün süreyle penisilin tedavisi uygulanır. Hasta çocuk yatak dinlenmesine alınır; ateşi yüksekse, düşürmek için bedenin günde birkaç kez ılık suya batırılmış süngerle silinmesi gerekir.
Terleme yoluyla yitirdikleri beden sıvılarını karşılamak ve su yitimine uğramalarını önlemek için bol sıvı içirilmelidir. Sulandırılmış meyve suları içtiği sürece, iştahsızlığı karşısında herhangi bir kaygıya kapılmaya neden yoktur.
Komplikasyonlar/Riskler :
Kızıl genellikle, normal evrimini tamamlayarak hiçbir soruna yol açmadan kısa sürede iyileşir. Tedaviye hemen başlanılmaması, yani streptokokların çoğalarak yayılmalarına olanak verilmesi durumunda, ortaya çıkabilecek ikinci enfeksiyonlar arasında ortakulak iltihabı, bir çeşit böbrek iltihabı ve romatizma sayılabilir. Romatizma ve böbrek iltihabı ciddi hastalıklardır.
Kaynak: Medicare
Konuyla ilgili aramalar: : kızıl hastalığı , kızıl aşısı , çocuğum kızıl
Kızamıkçık Hastalığı ve Kızamıkçık Aşısı
Kızamıkçık Hastalığı nedir?
Kızamıkçık,damlacık enfeksiyonu yoluyla insandan insana bulaşan ve ateş,boğaz ağrısı ve vücutta bir kaç gün süren deri döküntülerine neden olabilen bir hastalıktır. Hastalık yuva,kreş ve okul gibi kalabalık ortamlarda çok kısa sürede bulaşabilmekte ve çocuklarda genellikle hafif geçirilmektedir. Hastalık ergenlik çağında ve erişkinlerde daha ağır seyretmektedir. Birçok genç erişkinde ve büyükte kızamıkçık enfeksiyonu sırasında büyük eklemlerde ağrı ve kızarıklıkla seyreden eklem iltihapları görülür. Eklem sorunları kısa sürede geçer ancak nadiren kronikleştiği de olur.
Kızamıkçığın en önemli ve ciddi tablosu hamile bayanların kızamıkçığa yakalanması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Hamileliğin erken dönemlerinde kızamıkçığa yakalanılırsa bebekte körlük,sağırlık,beyin gelişimi bozuklukları ve zeka geriliği ,kalp bozuklukları,hatta düşükler ve ölü doğumlar görülebilir. Bu nedenle tüm kadınların hamile kalmadan önce bir kan testi ile kızamıkçık geçirip geçirmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Eğer hastalık daha önce geçirilmediyse tüm bayanların kızamıkçık aşısı ile aşılanmaları ve 3 ay süreyle hamile kalmamaları tavsiye edilmektedir. Aşılanan kişilerin %98'i bu hastalığa karşı yaşam boyu korunmaktadırlar.
Kızamıkçık Aşısı :
Hastalık yapan bu üç virüsün zayıflatılması ve hastalık yapıcı etkilerinin ortadan kaldırılması yoluyla geliştirilen üçlü kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,yıllardır tüm dünyada güvenle kullanılmaktadır. Bebekler anne karnındayken annenin bu hastalıklara karşı oluşturduğu bağışıklık cisimciklerini ( antikorlar) almakta ve bu şekilde yaşamın ilk aylarında doğal olarak korunmaktadırlar. Ancak,anneden geçen bu antikorların yavaş yavaş ortadan kalkması nedeniyle bebekler 9. Aydan itibaren korunmasız olarak kalabilmektedir. Bu nedenle tüm bebeklerin 9. Aydan itibaren mutlaka bir doz kızamık aşısı almaları gerekmektedir. Kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,eğer bebeğe 9. Ayda kızamık aşısı yapılmadıysa 12. Aydan itibaren uygulanmalıdır. Fakat 9. Ayda kızamık aşısı uygulanmışsa kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısının yapılma zamanı 15. Ay olmalıdır. Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı olan bebeklerde ,nadiren aşıdan 5 ile 12 gün sonra hafif ateş ve bazı hafif deri döküntüleri olabilmekte ve bu belirtiler tedaviye gerek kalmadan 1-2 günde kendiliğinden iyileşmektedir. Bu bebeklere doktor tavsiyesiyle bir iki gün süreyle ateş düşürücü şurup ya da fitil verilebilir . Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı ,bu hastalıklardan herhangi birini geçirmemiş erişkinlere de uygulanabilir.
Aşı yapılacak kişinin örneğin önceden kabakulak geçirmiş olması,bu üçlü karma aşının yapılmasını engelleyici bir neden değildir. Sadece hamilelere uygulanmaması gerekir.
Konuyla ilgili aramalar: : kızamıkcık hastalığı , kızamıkcık aşısı , çocuğum kızamıkçığa yakalandı , hangi yolla bulaşır
Kızamıkçık,damlacık enfeksiyonu yoluyla insandan insana bulaşan ve ateş,boğaz ağrısı ve vücutta bir kaç gün süren deri döküntülerine neden olabilen bir hastalıktır. Hastalık yuva,kreş ve okul gibi kalabalık ortamlarda çok kısa sürede bulaşabilmekte ve çocuklarda genellikle hafif geçirilmektedir. Hastalık ergenlik çağında ve erişkinlerde daha ağır seyretmektedir. Birçok genç erişkinde ve büyükte kızamıkçık enfeksiyonu sırasında büyük eklemlerde ağrı ve kızarıklıkla seyreden eklem iltihapları görülür. Eklem sorunları kısa sürede geçer ancak nadiren kronikleştiği de olur.
Kızamıkçığın en önemli ve ciddi tablosu hamile bayanların kızamıkçığa yakalanması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Hamileliğin erken dönemlerinde kızamıkçığa yakalanılırsa bebekte körlük,sağırlık,beyin gelişimi bozuklukları ve zeka geriliği ,kalp bozuklukları,hatta düşükler ve ölü doğumlar görülebilir. Bu nedenle tüm kadınların hamile kalmadan önce bir kan testi ile kızamıkçık geçirip geçirmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Eğer hastalık daha önce geçirilmediyse tüm bayanların kızamıkçık aşısı ile aşılanmaları ve 3 ay süreyle hamile kalmamaları tavsiye edilmektedir. Aşılanan kişilerin %98'i bu hastalığa karşı yaşam boyu korunmaktadırlar.
Kızamıkçık Aşısı :
Hastalık yapan bu üç virüsün zayıflatılması ve hastalık yapıcı etkilerinin ortadan kaldırılması yoluyla geliştirilen üçlü kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,yıllardır tüm dünyada güvenle kullanılmaktadır. Bebekler anne karnındayken annenin bu hastalıklara karşı oluşturduğu bağışıklık cisimciklerini ( antikorlar) almakta ve bu şekilde yaşamın ilk aylarında doğal olarak korunmaktadırlar. Ancak,anneden geçen bu antikorların yavaş yavaş ortadan kalkması nedeniyle bebekler 9. Aydan itibaren korunmasız olarak kalabilmektedir. Bu nedenle tüm bebeklerin 9. Aydan itibaren mutlaka bir doz kızamık aşısı almaları gerekmektedir. Kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,eğer bebeğe 9. Ayda kızamık aşısı yapılmadıysa 12. Aydan itibaren uygulanmalıdır. Fakat 9. Ayda kızamık aşısı uygulanmışsa kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısının yapılma zamanı 15. Ay olmalıdır. Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı olan bebeklerde ,nadiren aşıdan 5 ile 12 gün sonra hafif ateş ve bazı hafif deri döküntüleri olabilmekte ve bu belirtiler tedaviye gerek kalmadan 1-2 günde kendiliğinden iyileşmektedir. Bu bebeklere doktor tavsiyesiyle bir iki gün süreyle ateş düşürücü şurup ya da fitil verilebilir . Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı ,bu hastalıklardan herhangi birini geçirmemiş erişkinlere de uygulanabilir.
Aşı yapılacak kişinin örneğin önceden kabakulak geçirmiş olması,bu üçlü karma aşının yapılmasını engelleyici bir neden değildir. Sadece hamilelere uygulanmaması gerekir.
Konuyla ilgili aramalar: : kızamıkcık hastalığı , kızamıkcık aşısı , çocuğum kızamıkçığa yakalandı , hangi yolla bulaşır
Kızamık Hastalığı ve Kızamığın Tedavisi
Kızamık : Çok bulaşıcı bir akut virüs enfeksiyonudur; özel bir tedavisi yoktur, rahatsızlık veren belirtileri gidermeye yönelik ilaçlar kullanılır.
Kızamık Hastalığının Nedenleri :
Kızamığın etkeni olan virüs, hastaların burun ve yutak salgılarıyla çıkan damlacıklarda bulunur; ağız ya da burundan üst solunum yollanna ya da dolaylı olarak konjunktiva mukozasına girer. Vücuda girdiği yerde üreyerek düşük miktarda bütün vücuda yayılır ve lenf dokusu hücrelerinde üremeyi sürdürür.Daha sonra ikinci kez, çok daha uzun süreli ve kitlesel olarak kana yayılır; bu döneme ilişkin ilk belirtiler virüsün bulaşmasmdan yaklaşık 9-10 gün sonra ortaya çıkar. Hastalık bu aşamadan sonra, 14-15'inci güne değin çok bulaşıcıdır. Virüsün vücuda girmesinden yaklaşık 14 gün sonra döküntülerin başlamasıyla virüsün üremesi azalır; 16. günden sonra genellikle kanda virüse rastlanmaz. Yalnız idrarda bulunan virüs bu ortamda varlığım günlerce sürdürür. Döküntüler kanda hastalığa özgü antikorların belirmesi ve hastanın iyi-leşmeye başlamasıyla aynı dönemde görülür; kızarıklıkların pul pul dökülmeye başlamasıyla bulaşıcılık dönemi bütünüyle sona erer.
Bulaşma :
Kızamığın derideki belirtileri yaygın döküntülerdir. Kızamık tüm dünyada yaygın olarak rastlanan döküntülü bir hastalıktır. Etkeni, çok küçük ve vücudun dışındaki kimyasal ve fiziksel etkenlere karşı çok az direnci olan bir virüstür. Hastadan sağlıklı kişilere üst solunum yolları yoluyla ve özellikle konuşurken ve öksürürken çıkan tükürük damlacıkları aracılığıyla kolayca bulaşır. Bulaşmanın bu kadar kolay oluşu nedeniyle kızamık genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında küçük salgınlar halinde görülür. Kızamık salgınında hastalığa önce çocuklar yakalanır; erişkinlerin büyük bir bölümü ile üç aylıktan küçük bebekler salgını, hastalığa yakalanmadan atlatabilir. îlk bakışta tuhaf görünen bu olay kolayca açıklanabilir. Vücut ilk kez virüsle karşılaştığında hastalığa yakalanır ve virüse özgü antikor üretmeye başlar. Kandaki bu antikorlar virüsle yeniden karşılaştığında, virüsü etkisizleştirir; böylece hastalığa karşı direnç geliştirilmis olur. Sütçocukları anne karnındaki yaşamlannda bu antikorları annelerin-den aldıklanndan, erişkinlerin büyük bir bölümü de çocukluk çağında hastalığa tutulduklarından salgından etkilenmezler. Hastalığın ileri derecede bulaşıcı olması nedeniyle 2-4 yılda bir kızamık salgınları ortaya çıkar.
Bir toplulukta salgın görüldüğünde, bağışıklığı olmayan bütün bireyler hastalanır ve bağışıklık kazanır; bu nedenle, hastalığa yakalanacak yeni bireylerin ortaya çıkması için belli bir süre geçmesi gerekir.
Hastalığın Belirtileri :
Kızamıkta sıklıkla belirgin olarak birbirinden ayrılabilen dört dönem gözlenir: Kuluçka dönemi, döküntü öncesi dönem (prodrom dönemi), döküntülü dönem ve iyileşme dönemi. Bulaşma kuluçka döneminde anında başlar, virüs 8-12 gün boyunca vücutta belirti vermeden ürer. Normal olarak 10. günde döküntü öncesi dönem başlar, ateş hızla yükselir ve ağızda yanağın içinde, azıdişleri hizasında kırmızı bir alanla çevrili küçük beyaz lekeler belirir; bu lekeler ilk tanımlayan hekimin adıyla anılır (Koplik lekeleri). 2-3 günden fazla sürmeyen bu dönemde çocuk isteksiz, yorgun ve uykuludur; iştahı azalmıştır, aksırır, hırıltılı, inatçı ve kuru bir öksürüğü vardır; sulanan ve kızaran gözleri güçlü ışıktan rahatsız olduğundan ışıklı ortamlar dan uzak durur. Bu aşamada kızamığa henüz tam konmamış olsa da son derece bulaşıcıdır ve çocuğun enfeksiyonu aile bireylerine yayma olasılığı yüksektir. Ateşin geçici olarak azalmasıyla döküntülü dönem başlar. Döküntüler başlangıçta düz, sınırları belirgin pembe renkli küçük lekeler biçimindedir; daha sonra hafifçe kabanr, büyür, sayılan artar ve giderek koyulaşıp kırmızılaşır.
Döküntüler çıkarken ateş yemden yükselir ve çocuğun genel durumu kötüleşir. Sürekli yatmak ister ve çok yorgundur, gözleri kolayca sulanır, aksırıklar yerini gerçek bir soğuk algınlığına bırakır, öksürük hala hıntılı ve çok rahatsız edicidir, özellikle küçük çocuklarda ishal görülür. Döküntülerin ortaya çıkmasından üç ya da dört gün sonra, ateş hızla düşer; kırıklık hali, öksürük ve soğuk algınlığı kaybolur, çocuk rahatlamış görünür. Döküntüler de ilk ortaya çıktığı bölgelerden başlayarak hızla solar. Kızarıklıkların pullanarak dökülme döneminin ardından çocuğun tümüyle iyileştiği söylenebilir. Döküntüler hiçbir iz bırakmadan hızla kaybolur; özellikle yüz ve boyun çevresindeki deri pul pul dökülür. Ne var ki, hastalığın bu son evresi her zaman fark edilmez, özellikle hastalığın hafif geçtiği olgularda hiç görülmez.
Görülebilecek Komplikasyonlar :
Tüm olguların yaklaşık yüzde 6'sında komplikasyonlar görülür; iki yasma kadar ve erişkinlerde bu oran daha yüksek olabilir. En sık rastlananlar solunum sistemi komplikasyonlandır; döküntülerin ortaya çıkmasından önceki dönemde ve döküntülü dönemde başlayan ve olguların büyük bir bölümünde kızamık virüsünün doğrudan etken olduğu bronş-akciğer iltihapları (bronkopnömoni) ile genellikle bakteri kökenli enfeksiyonlara bağlı olarak iyileşme döneminde görülen-bronş-akciğer iltihaplan ayırt edilmelidir.
îlki özellikle küçük çocuklarda çok ağır geçer ve virüs kökenli olduğundan antibiyotik tedavisiyle tedavi edilmez. Geç dönemde görülen bakteri kökenli bronş-akciğer iltihaplarında, ateş, irinli ve balgamlı öksürük ile solunum güçlüğü görülür. Bu tablo, antibiyotiklerle tedavi edilebildiğinden pek tehlikeli sayılmaz. Bir başka solunum sistemi komplikasyonu da üç yaşından küçük çocuklarda görülen ve solunum güçlüğüne neden olan gırtlak iltihabıdır (laren-Jit). Geçmişte çok sık görülen irinli kulak iltihabı (otit) antibiyotik tedavisinin uygulanmasından sonra giderek azalmıştır; virüs kökenli iltihabın yerleştiği ortakulak mukozasında bakterilerin üremesiyle oluşur. Kızamık komplikasyonlanndan en tehlikeli olanı son yıllarda daha sık görünen beyin iltihabıdır (ensefalit). Bin olgudan birinde görülen beyin iltihabı sıklıkla 2-9 yaş arasında ortaya çıkar. iyileşme döneminde ateşin yeniden yükselmesiyle başlar, havale nöbetleri ve koma görülür. Ender rastlanan bazı olgularda çok erken dönemde, döküntüler ortaya çıkmadan önce de başlayabilir. Klinik belirtiler genellikle çok değişken ve ağırdır. Çocuğun 1-2 gün içinde ölmesine yol açan biçimleri de vardır.
Tanı :
Döküntü ortaya çıkmadan önce kızamık tanışı koymak, hastalığın bulaşıcı olup olmadığı da bilinmiyorsa, çok güçtür, îlk belirtiler (ateş, soğuk algınlığı, öksürük vb) kesinlikle hastalığa özgü değildir ve grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonlannda da görülür. Erken dönemde görülen Koplik lekeleri tanı açısından büyük önem taşır. Kızamığa özgü döküntüler gerek özellikleri, gerek ortaya çıkış biçimi (kulakların arkasından başlayıp yüze ve vücuda yayılması) açısından tanıyı kolaylaştırır. Gene de döküntünün yukarıda betimlenenden farklı olabileceği de unutulmamalıdır; lekeler kimi zaman çok küçük ve soluk, kimi zaman da büyüktür ve içi sıvı dolu küçük keseciklerle kaplıdır. Kimi zaman döküntülerin altındaki kılcal damarlar çatlar ve kanamaya benzer bir görünüm ortaya çıkarsa da çok önemli değildir. Döküntülerin görünümü hastalığın gidişini hiçbir zaman etkilemez. Koplik lekeleri başka hiçbir hastalıkta görülmediğinden, kızamağın erken dönemde, özellikle bulaşıcılığın en yüksek olduğu dönemde tanınmasını sağlar.
Tedavi :
Kızamık virüsünü yok eden özel bir ilaç olmadığından belirtileri hafifletmeye yönelik tedavi uygulanır. Kon-junktivit için gözler ılık borik asitle yıkanır ve gözkapaklan özenle temizlenir. Soğuk algınlığı sırasında günde birkaç kez burna damar büzücü damla damlatılırsa çocuk daha kolay soluk alıp verebilir, îshal başlasa da özel bir tedavi gerekmez, çocuğa bir iki gün sıvı besinler verilir. Yalnızca solunum sistemi belirtilerinin ağır olduğu az sayıdaki olguda, antibiyotik tedavisi gerekir. Hasta evinde uygun koşullar sağ-landığında rahatlıkla tedavi edilebilir ve komplikasyonlardan korunur. Beslenme ve ortam özellikle önemlidir. Küçük hasta en az on gün yalnız kalacağından, özellikle nezleli ve döküntülü dönemlerde odasmın rahat ve konforlu olması, iyi havalanması, ama hava akımının olmaması, oda sıcaklığının 20°C kadar olması ve odanın aşırı aydınlatılmamış olması gerekir. Bu arada hastanın yalıtılmasının da (karantinaya alınmasınm) tartışmalı olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü hastalığın en bulaşıcı olduğu aşama, henüz tanı konulamayan döküntü öncesi dönemdir. Hastalık sırasında sıvı ya da yarı sıvı, kolay sindirilen, sebze çorbası, sütte ezilmiş bisküvi, taze meyve suyu (özellikle şekerli limonata ve portakal suyu) gibi besinler verilmelidir. Özellikle iştahın az, ateşin yüksek olduğu döküntülü evrede çocuk yemek için zorlanmamalıdır.
Korunma :
Günümüzde en etkili korunma yöntemi kızamık virüsüne özgü insan gamma globülinidir. Salgınlarda ve çocuğun sağlığının başka hastalıklar nedeniyle kötü olduğu dönemlerde korunmaya önem verilmelidir. Gammagiobülin, bulaşmadan önce uygulandığında, kızamığı etkili bir biçimde önler; geç uygulandığında etkisizdir, yalnızca belirtileri hafifletir. Kızamık çocuklarda erişkinlere göre daha ağır geçtiğinden en iyi önlem gammagiobülin kullanılarak hastalığın hafif geçmesinİ sağlamaktır. tki ya da üç yaşından küçük çocuklar dışındaki bireylerde bulaşmayı önlemektense koruyucu önlemlereağırlık vermek önerilir. Hastalığı geçiren çocuğun vücudunda kızamık virüsüne özgü antikorlar üretildiğinden yaşam boyu bağışıklık kazanılır. Kızamık aşısı da korunma sağlayabilir; bu amaçla tavuğun embriyon hücrele-rinden elde edilen ve etkinliği azaltılmış bir kızamık virüsü türü kullanılır. Aşı, tek dozda derialtına şırınga edilir. Bebeklere dokuz aydan başlayarak kızamık aşısı yapılabilir. Bu durumda yüzde 95 koruma sağlanır. Bir yaşında yapılan aşılarda ise, koruma oranı yüzde 99'dur. Salgın durumlannda altı aylık bebekler de aşılanabilir. Ama aşının sonradan yinelenmesi gerekir. Aşıdan sonra çocuk çok hafif bir enfeksiyon geçirebilir, ve kalıcı bağışıklık kazanır.
Konuyla ilgili aramalar: : kızamık hastalığı , kızamık aşısı , nasıl bulaşır , kızamık bulaşıcımıdır , kızamığın belirtileri , kızamıkta tanı nasıl konur , tedavisi
Kızamık Hastalığının Nedenleri :
Kızamığın etkeni olan virüs, hastaların burun ve yutak salgılarıyla çıkan damlacıklarda bulunur; ağız ya da burundan üst solunum yollanna ya da dolaylı olarak konjunktiva mukozasına girer. Vücuda girdiği yerde üreyerek düşük miktarda bütün vücuda yayılır ve lenf dokusu hücrelerinde üremeyi sürdürür.Daha sonra ikinci kez, çok daha uzun süreli ve kitlesel olarak kana yayılır; bu döneme ilişkin ilk belirtiler virüsün bulaşmasmdan yaklaşık 9-10 gün sonra ortaya çıkar. Hastalık bu aşamadan sonra, 14-15'inci güne değin çok bulaşıcıdır. Virüsün vücuda girmesinden yaklaşık 14 gün sonra döküntülerin başlamasıyla virüsün üremesi azalır; 16. günden sonra genellikle kanda virüse rastlanmaz. Yalnız idrarda bulunan virüs bu ortamda varlığım günlerce sürdürür. Döküntüler kanda hastalığa özgü antikorların belirmesi ve hastanın iyi-leşmeye başlamasıyla aynı dönemde görülür; kızarıklıkların pul pul dökülmeye başlamasıyla bulaşıcılık dönemi bütünüyle sona erer.
Bulaşma :
Kızamığın derideki belirtileri yaygın döküntülerdir. Kızamık tüm dünyada yaygın olarak rastlanan döküntülü bir hastalıktır. Etkeni, çok küçük ve vücudun dışındaki kimyasal ve fiziksel etkenlere karşı çok az direnci olan bir virüstür. Hastadan sağlıklı kişilere üst solunum yolları yoluyla ve özellikle konuşurken ve öksürürken çıkan tükürük damlacıkları aracılığıyla kolayca bulaşır. Bulaşmanın bu kadar kolay oluşu nedeniyle kızamık genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında küçük salgınlar halinde görülür. Kızamık salgınında hastalığa önce çocuklar yakalanır; erişkinlerin büyük bir bölümü ile üç aylıktan küçük bebekler salgını, hastalığa yakalanmadan atlatabilir. îlk bakışta tuhaf görünen bu olay kolayca açıklanabilir. Vücut ilk kez virüsle karşılaştığında hastalığa yakalanır ve virüse özgü antikor üretmeye başlar. Kandaki bu antikorlar virüsle yeniden karşılaştığında, virüsü etkisizleştirir; böylece hastalığa karşı direnç geliştirilmis olur. Sütçocukları anne karnındaki yaşamlannda bu antikorları annelerin-den aldıklanndan, erişkinlerin büyük bir bölümü de çocukluk çağında hastalığa tutulduklarından salgından etkilenmezler. Hastalığın ileri derecede bulaşıcı olması nedeniyle 2-4 yılda bir kızamık salgınları ortaya çıkar.
Bir toplulukta salgın görüldüğünde, bağışıklığı olmayan bütün bireyler hastalanır ve bağışıklık kazanır; bu nedenle, hastalığa yakalanacak yeni bireylerin ortaya çıkması için belli bir süre geçmesi gerekir.
Hastalığın Belirtileri :
Kızamıkta sıklıkla belirgin olarak birbirinden ayrılabilen dört dönem gözlenir: Kuluçka dönemi, döküntü öncesi dönem (prodrom dönemi), döküntülü dönem ve iyileşme dönemi. Bulaşma kuluçka döneminde anında başlar, virüs 8-12 gün boyunca vücutta belirti vermeden ürer. Normal olarak 10. günde döküntü öncesi dönem başlar, ateş hızla yükselir ve ağızda yanağın içinde, azıdişleri hizasında kırmızı bir alanla çevrili küçük beyaz lekeler belirir; bu lekeler ilk tanımlayan hekimin adıyla anılır (Koplik lekeleri). 2-3 günden fazla sürmeyen bu dönemde çocuk isteksiz, yorgun ve uykuludur; iştahı azalmıştır, aksırır, hırıltılı, inatçı ve kuru bir öksürüğü vardır; sulanan ve kızaran gözleri güçlü ışıktan rahatsız olduğundan ışıklı ortamlar dan uzak durur. Bu aşamada kızamığa henüz tam konmamış olsa da son derece bulaşıcıdır ve çocuğun enfeksiyonu aile bireylerine yayma olasılığı yüksektir. Ateşin geçici olarak azalmasıyla döküntülü dönem başlar. Döküntüler başlangıçta düz, sınırları belirgin pembe renkli küçük lekeler biçimindedir; daha sonra hafifçe kabanr, büyür, sayılan artar ve giderek koyulaşıp kırmızılaşır.
Döküntüler çıkarken ateş yemden yükselir ve çocuğun genel durumu kötüleşir. Sürekli yatmak ister ve çok yorgundur, gözleri kolayca sulanır, aksırıklar yerini gerçek bir soğuk algınlığına bırakır, öksürük hala hıntılı ve çok rahatsız edicidir, özellikle küçük çocuklarda ishal görülür. Döküntülerin ortaya çıkmasından üç ya da dört gün sonra, ateş hızla düşer; kırıklık hali, öksürük ve soğuk algınlığı kaybolur, çocuk rahatlamış görünür. Döküntüler de ilk ortaya çıktığı bölgelerden başlayarak hızla solar. Kızarıklıkların pullanarak dökülme döneminin ardından çocuğun tümüyle iyileştiği söylenebilir. Döküntüler hiçbir iz bırakmadan hızla kaybolur; özellikle yüz ve boyun çevresindeki deri pul pul dökülür. Ne var ki, hastalığın bu son evresi her zaman fark edilmez, özellikle hastalığın hafif geçtiği olgularda hiç görülmez.
Görülebilecek Komplikasyonlar :
Tüm olguların yaklaşık yüzde 6'sında komplikasyonlar görülür; iki yasma kadar ve erişkinlerde bu oran daha yüksek olabilir. En sık rastlananlar solunum sistemi komplikasyonlandır; döküntülerin ortaya çıkmasından önceki dönemde ve döküntülü dönemde başlayan ve olguların büyük bir bölümünde kızamık virüsünün doğrudan etken olduğu bronş-akciğer iltihapları (bronkopnömoni) ile genellikle bakteri kökenli enfeksiyonlara bağlı olarak iyileşme döneminde görülen-bronş-akciğer iltihaplan ayırt edilmelidir.
îlki özellikle küçük çocuklarda çok ağır geçer ve virüs kökenli olduğundan antibiyotik tedavisiyle tedavi edilmez. Geç dönemde görülen bakteri kökenli bronş-akciğer iltihaplarında, ateş, irinli ve balgamlı öksürük ile solunum güçlüğü görülür. Bu tablo, antibiyotiklerle tedavi edilebildiğinden pek tehlikeli sayılmaz. Bir başka solunum sistemi komplikasyonu da üç yaşından küçük çocuklarda görülen ve solunum güçlüğüne neden olan gırtlak iltihabıdır (laren-Jit). Geçmişte çok sık görülen irinli kulak iltihabı (otit) antibiyotik tedavisinin uygulanmasından sonra giderek azalmıştır; virüs kökenli iltihabın yerleştiği ortakulak mukozasında bakterilerin üremesiyle oluşur. Kızamık komplikasyonlanndan en tehlikeli olanı son yıllarda daha sık görünen beyin iltihabıdır (ensefalit). Bin olgudan birinde görülen beyin iltihabı sıklıkla 2-9 yaş arasında ortaya çıkar. iyileşme döneminde ateşin yeniden yükselmesiyle başlar, havale nöbetleri ve koma görülür. Ender rastlanan bazı olgularda çok erken dönemde, döküntüler ortaya çıkmadan önce de başlayabilir. Klinik belirtiler genellikle çok değişken ve ağırdır. Çocuğun 1-2 gün içinde ölmesine yol açan biçimleri de vardır.
Tanı :
Döküntü ortaya çıkmadan önce kızamık tanışı koymak, hastalığın bulaşıcı olup olmadığı da bilinmiyorsa, çok güçtür, îlk belirtiler (ateş, soğuk algınlığı, öksürük vb) kesinlikle hastalığa özgü değildir ve grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonlannda da görülür. Erken dönemde görülen Koplik lekeleri tanı açısından büyük önem taşır. Kızamığa özgü döküntüler gerek özellikleri, gerek ortaya çıkış biçimi (kulakların arkasından başlayıp yüze ve vücuda yayılması) açısından tanıyı kolaylaştırır. Gene de döküntünün yukarıda betimlenenden farklı olabileceği de unutulmamalıdır; lekeler kimi zaman çok küçük ve soluk, kimi zaman da büyüktür ve içi sıvı dolu küçük keseciklerle kaplıdır. Kimi zaman döküntülerin altındaki kılcal damarlar çatlar ve kanamaya benzer bir görünüm ortaya çıkarsa da çok önemli değildir. Döküntülerin görünümü hastalığın gidişini hiçbir zaman etkilemez. Koplik lekeleri başka hiçbir hastalıkta görülmediğinden, kızamağın erken dönemde, özellikle bulaşıcılığın en yüksek olduğu dönemde tanınmasını sağlar.
Tedavi :
Kızamık virüsünü yok eden özel bir ilaç olmadığından belirtileri hafifletmeye yönelik tedavi uygulanır. Kon-junktivit için gözler ılık borik asitle yıkanır ve gözkapaklan özenle temizlenir. Soğuk algınlığı sırasında günde birkaç kez burna damar büzücü damla damlatılırsa çocuk daha kolay soluk alıp verebilir, îshal başlasa da özel bir tedavi gerekmez, çocuğa bir iki gün sıvı besinler verilir. Yalnızca solunum sistemi belirtilerinin ağır olduğu az sayıdaki olguda, antibiyotik tedavisi gerekir. Hasta evinde uygun koşullar sağ-landığında rahatlıkla tedavi edilebilir ve komplikasyonlardan korunur. Beslenme ve ortam özellikle önemlidir. Küçük hasta en az on gün yalnız kalacağından, özellikle nezleli ve döküntülü dönemlerde odasmın rahat ve konforlu olması, iyi havalanması, ama hava akımının olmaması, oda sıcaklığının 20°C kadar olması ve odanın aşırı aydınlatılmamış olması gerekir. Bu arada hastanın yalıtılmasının da (karantinaya alınmasınm) tartışmalı olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü hastalığın en bulaşıcı olduğu aşama, henüz tanı konulamayan döküntü öncesi dönemdir. Hastalık sırasında sıvı ya da yarı sıvı, kolay sindirilen, sebze çorbası, sütte ezilmiş bisküvi, taze meyve suyu (özellikle şekerli limonata ve portakal suyu) gibi besinler verilmelidir. Özellikle iştahın az, ateşin yüksek olduğu döküntülü evrede çocuk yemek için zorlanmamalıdır.
Korunma :
Günümüzde en etkili korunma yöntemi kızamık virüsüne özgü insan gamma globülinidir. Salgınlarda ve çocuğun sağlığının başka hastalıklar nedeniyle kötü olduğu dönemlerde korunmaya önem verilmelidir. Gammagiobülin, bulaşmadan önce uygulandığında, kızamığı etkili bir biçimde önler; geç uygulandığında etkisizdir, yalnızca belirtileri hafifletir. Kızamık çocuklarda erişkinlere göre daha ağır geçtiğinden en iyi önlem gammagiobülin kullanılarak hastalığın hafif geçmesinİ sağlamaktır. tki ya da üç yaşından küçük çocuklar dışındaki bireylerde bulaşmayı önlemektense koruyucu önlemlereağırlık vermek önerilir. Hastalığı geçiren çocuğun vücudunda kızamık virüsüne özgü antikorlar üretildiğinden yaşam boyu bağışıklık kazanılır. Kızamık aşısı da korunma sağlayabilir; bu amaçla tavuğun embriyon hücrele-rinden elde edilen ve etkinliği azaltılmış bir kızamık virüsü türü kullanılır. Aşı, tek dozda derialtına şırınga edilir. Bebeklere dokuz aydan başlayarak kızamık aşısı yapılabilir. Bu durumda yüzde 95 koruma sağlanır. Bir yaşında yapılan aşılarda ise, koruma oranı yüzde 99'dur. Salgın durumlannda altı aylık bebekler de aşılanabilir. Ama aşının sonradan yinelenmesi gerekir. Aşıdan sonra çocuk çok hafif bir enfeksiyon geçirebilir, ve kalıcı bağışıklık kazanır.
Konuyla ilgili aramalar: : kızamık hastalığı , kızamık aşısı , nasıl bulaşır , kızamık bulaşıcımıdır , kızamığın belirtileri , kızamıkta tanı nasıl konur , tedavisi
Kabakulak Hastalığı ve Kabakulak Aşısı
Kabakulak : Kabakulak, damlacık enfeksiyonu ile insandan insana bulaşmakta ve ateş,baş ağrısı,kulak ağrısı şeklinde belirtiler veren ve kulak memesi hizasında yanaklarda tek veya çift taraflı şişliğe neden olan tükürük bezlerinin iltihabıdır. Hastalık yapan kabakulak virüsü,vücuda girdikten sonra kan yoluyla yayılmakta ve ayrıca pankreasın iltihaplanmasına ,beyin ve omuriliği saran zarların iltihaplanmasına (menenjit) ,erkek ve kadınlarda yumurtalıkları iltihaplanmalarına da neden olabilmekte ve sağırlık,kısırlık gibi kalıcı hasarlara yol açabilmektedir.
Kabakulak Aşısı :
Hastalık yapan bu üç virüsün zayıflatılması ve hastalık yapıcı etkilerinin ortadan kaldırılması yoluyla geliştirilen üçlü kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,yıllardır tüm dünyada güvenle kullanılmaktadır. Bebekler anne karnındayken annenin bu hastalıklara karşı oluşturduğu bağışıklık cisimciklerini ( antikorlar) almakta ve bu şekilde yaşamın ilk aylarında doğal olarak korunmaktadırlar. Ancak,anneden geçen bu antikorların yavaş yavaş ortadan kalkması nedeniyle bebekler 9. Aydan itibaren korunmasız olarak kalabilmektedir.
Bu nedenle tüm bebeklerin 9. Aydan itibaren mutlaka bir doz kızamık aşısı almaları gerekmektedir. Kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,eğer bebeğe 9. Ayda kızamık aşısı yapılmadıysa 12. Aydan itibaren uygulanmalıdır. Fakat 9. Ayda kızamık aşısı uygulanmışsa kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısının yapılma zamanı 15. Ay olmalıdır. Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı olan bebeklerde ,nadiren aşıdan 5 ile 12 gün sonra hafif ateş ve bazı hafif deri döküntüleri olabilmekte ve bu belirtiler tedaviye gerek kalmadan 1-2 günde kendiliğinden iyileşmektedir. Bu bebeklere doktor tavsiyesiyle bir iki gün süreyle ateş düşürücü şurup ya da fitil verilebilir . Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı ,bu hastalıklardan herhangi birini geçirmemiş erişkinlere de uygulanabilir. Aşı yapılacak kişinin örneğin önceden kabakulak geçirmiş olması,bu üçlü karma aşının yapılmasını engelleyici bir neden değildir. Sadece hamilelere uygulanmaması gerekir.
Konuyla ilgili aramalar: : kabakulak hastalığı , kabakulak aşısı
Kabakulak Aşısı :
Hastalık yapan bu üç virüsün zayıflatılması ve hastalık yapıcı etkilerinin ortadan kaldırılması yoluyla geliştirilen üçlü kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,yıllardır tüm dünyada güvenle kullanılmaktadır. Bebekler anne karnındayken annenin bu hastalıklara karşı oluşturduğu bağışıklık cisimciklerini ( antikorlar) almakta ve bu şekilde yaşamın ilk aylarında doğal olarak korunmaktadırlar. Ancak,anneden geçen bu antikorların yavaş yavaş ortadan kalkması nedeniyle bebekler 9. Aydan itibaren korunmasız olarak kalabilmektedir.
Bu nedenle tüm bebeklerin 9. Aydan itibaren mutlaka bir doz kızamık aşısı almaları gerekmektedir. Kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,eğer bebeğe 9. Ayda kızamık aşısı yapılmadıysa 12. Aydan itibaren uygulanmalıdır. Fakat 9. Ayda kızamık aşısı uygulanmışsa kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısının yapılma zamanı 15. Ay olmalıdır. Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı olan bebeklerde ,nadiren aşıdan 5 ile 12 gün sonra hafif ateş ve bazı hafif deri döküntüleri olabilmekte ve bu belirtiler tedaviye gerek kalmadan 1-2 günde kendiliğinden iyileşmektedir. Bu bebeklere doktor tavsiyesiyle bir iki gün süreyle ateş düşürücü şurup ya da fitil verilebilir . Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı ,bu hastalıklardan herhangi birini geçirmemiş erişkinlere de uygulanabilir. Aşı yapılacak kişinin örneğin önceden kabakulak geçirmiş olması,bu üçlü karma aşının yapılmasını engelleyici bir neden değildir. Sadece hamilelere uygulanmaması gerekir.
Konuyla ilgili aramalar: : kabakulak hastalığı , kabakulak aşısı
Tetanoz Hastalığı
Tetanos mikrobu, genellikle toprakta yaşayan, vücuda çok küçük yara ve kesiklerden dahi girebilen bir mikroptur. Mikrop salgıladığı "tetanos zehri" ile omuriliğe ve sinir sistemine zarar vermekte ve gelişmiş tüm tedavi olanaklarına rağmen hala 10 hastadan 6'sının ölümüne yol açmaktadır. Oksijensiz ortamda yaşayan bu mikrop paslı çivi, bıçak gibi maddelerin yanı sıra cam kesiği, hayvan pisliği ve açık yaraların toprakla temas etmesi ve sonucunda insanlara bulaşmaktadır.
Tetanoz hastalığı en sık yaşamın birinci ayının bitiminden önce görülmekte ve "yeni doğan tetanosu" adını almaktadır. Yeni doğan bebekler, tetanos mikrobuyla ya sağlıksız şartlardaki doğum esnasında yada doğum sonrası göbek bağının steril olmayan koşullarda yapılması nedeniyle karşılaşmaktadır. Doğum sonrasında göbek kordonunun mikropla temas etmiş bıçak, jilet ve hatta cam ile kesilmesi sonucunda bebeğe bulaşmakta ve kana karışan mikroplar yoluyla hastalık ortaya çıkmaktadır. Bu bebeklerin hemen hepsi her türlü tedaviye rağmen daha yaşamın ilk günlerinde ölmektedirler.
Tetanoz hastalığının bebeklerdeki en önemli üç belirtisi; emme güçlüğü kasılmalar ve teskin edilemeyen ağlamadır. Bebekleri yeni doğan tetanosundan korumak için, anne adaylarının gebeliklerinin 3. Ayından itibaren mutlaka tetanos aşısı olmaları gerekmektedir. Tetanos aşısı olmaları gerekmektedir. Tetanos aşısı hem anneyi hem de bebeği koruyacağı gibi ne anne nede doğacak bebeğine karşı zararlı bir etkisi olmaz. İster hastanede, ister farklı bir ortam ve koşulda doğum yapılacak olsun tüm anne adaylarının aşılanması gereklidir. Bu uygulama devletimizin sağlık politikasıdır.
Difteri,boğmaca ve tetanoz aşısı (3'lü karma aşı) Karma aşılar,çocukları difteri,boğmaca ve tetanoz hastalıklarına karşı korumak için uygulanmaktadır. Yeni doğan bir bebek ,yaşamını ikinci ayından itibaren 1-2 ay arayla 3 kez aşılanmalı ve ardından 18. Ayda bir hatırlatma dozu yapılmalıdır. İlkokul 1. Sınıfında ise boğmaca çıkarılarak,sadece difteri-tetanos karma aşısı yapılmalıdır. (bu dönemde ayrıca verem,çocuk felci ve kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşıları uygulanmalıdır. ) gelişen bilim ve teknoloji,çok sayıda hastalığa karşı tek enjeksiyon ile koruma sağlamaya yönelik yeni aşıları geliştirme çabasındadır. Günümüzde difteri,boğmaca ve tetanos aşılarına çocuk felci ve hib menenjit aşısı eklenerek oluşturulan beşli aşı pasteur merieux connaught tarafından geliştirilerek kullanıma sunulmuştur. Dünyanın ilk beşli aşısı olan bu aşı ilerdeki bölümlerimizde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Aşı kola ya da bacağın ön kısmına adale içi yolla ya da cilt altına uygulanmaktadır.
Konuyla ilgili aramalar: : tetanoz hastalığı , tetanos , tetanoz aşısı
Tetanoz hastalığı en sık yaşamın birinci ayının bitiminden önce görülmekte ve "yeni doğan tetanosu" adını almaktadır. Yeni doğan bebekler, tetanos mikrobuyla ya sağlıksız şartlardaki doğum esnasında yada doğum sonrası göbek bağının steril olmayan koşullarda yapılması nedeniyle karşılaşmaktadır. Doğum sonrasında göbek kordonunun mikropla temas etmiş bıçak, jilet ve hatta cam ile kesilmesi sonucunda bebeğe bulaşmakta ve kana karışan mikroplar yoluyla hastalık ortaya çıkmaktadır. Bu bebeklerin hemen hepsi her türlü tedaviye rağmen daha yaşamın ilk günlerinde ölmektedirler.
Tetanoz hastalığının bebeklerdeki en önemli üç belirtisi; emme güçlüğü kasılmalar ve teskin edilemeyen ağlamadır. Bebekleri yeni doğan tetanosundan korumak için, anne adaylarının gebeliklerinin 3. Ayından itibaren mutlaka tetanos aşısı olmaları gerekmektedir. Tetanos aşısı olmaları gerekmektedir. Tetanos aşısı hem anneyi hem de bebeği koruyacağı gibi ne anne nede doğacak bebeğine karşı zararlı bir etkisi olmaz. İster hastanede, ister farklı bir ortam ve koşulda doğum yapılacak olsun tüm anne adaylarının aşılanması gereklidir. Bu uygulama devletimizin sağlık politikasıdır.
Difteri,boğmaca ve tetanoz aşısı (3'lü karma aşı) Karma aşılar,çocukları difteri,boğmaca ve tetanoz hastalıklarına karşı korumak için uygulanmaktadır. Yeni doğan bir bebek ,yaşamını ikinci ayından itibaren 1-2 ay arayla 3 kez aşılanmalı ve ardından 18. Ayda bir hatırlatma dozu yapılmalıdır. İlkokul 1. Sınıfında ise boğmaca çıkarılarak,sadece difteri-tetanos karma aşısı yapılmalıdır. (bu dönemde ayrıca verem,çocuk felci ve kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşıları uygulanmalıdır. ) gelişen bilim ve teknoloji,çok sayıda hastalığa karşı tek enjeksiyon ile koruma sağlamaya yönelik yeni aşıları geliştirme çabasındadır. Günümüzde difteri,boğmaca ve tetanos aşılarına çocuk felci ve hib menenjit aşısı eklenerek oluşturulan beşli aşı pasteur merieux connaught tarafından geliştirilerek kullanıma sunulmuştur. Dünyanın ilk beşli aşısı olan bu aşı ilerdeki bölümlerimizde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Aşı kola ya da bacağın ön kısmına adale içi yolla ya da cilt altına uygulanmaktadır.
Konuyla ilgili aramalar: : tetanoz hastalığı , tetanos , tetanoz aşısı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)