Akupunktur Tedavisi ve Kullanım Alanları

Akupunktur nedir?
Akupunktur; vücutta belirli noktalara iğne batırmak suretiyle çeşitli hastalıkları tedavi etme metodudur.
Akupunktur hangi tür hastalıklarda kullanılır?
Akupunktur özellikle ağrılı durumlar olmak üzere bir çok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Eklem ağrıları, kas ağrıları, migren ve hatta menstriasyon ağrılarında etkilidir. Ayrıca mide ve barsak şikayetleri, yüz felci, bulantı ve sinüzitte bile akupunktur tedavisine başvurulabilir.

AKUPUNKTUR İLE TEDAVİ EDİLEBİLECEK HASTALIKLAR
BOYUN, DİZ KİREÇLENMESİ
BOYUN-OMUZ-KOL-EL TUTULMASI
GÖĞÜS KAFESİ KASLARI AĞRILARI
SIRT AĞRILARI
DİZ KİREÇLENMESİ
BEL VEYA BOYUN FITIĞI
SİYATİK
TENİSÇİ DİRSEĞİ
ŞİŞMANLIK
UYKUSUZLUK
GERİLİM
KORKU, SİNİR, EVHAM...
BAŞ AĞRILARI
YÜZ AĞRILARI
YÜZ FELCİ ( İLK 3 AY İÇİNDE )
YÜZDEKİ SİVİLCELER
GECE YATAK ISLATMALAR
ERKEKLERDE ERKEN YAŞTA CİNSEL GÜÇSÜZLÜK
KADINLARDA CİNSEL SOĞUKLUK
KISIRLIK
AĞRILI ADET
ADET GÖREMEME
SICAK BASMASI, SIKINTI, SİNİRLİLİK...
ALERJİK NEFES DARLIĞI
ZONA HASTALIĞI VE SEKELLERİ
KULAK ÇINLAMASI

Akupunkturun etkisi plesebodan ibaret midir?
Kesinlikle hayır. Plesebo, hastanın haberi olmadan, ilaç yerine ilaç görünümünde başka bir madde aldığı halde hastanın iyileşmesi durumudur. Aynı şey akupunktur tedavisinde, hastalığın tedavisinde kullanılmayan akupunktur noktalarının iğnelenmesi şeklinde uygulanır. Akupunkturun plesebo etkisi, ilaçların plesebo etkisi kadardır ve % 30 civarındadır. Üstelik ilaçlardaki plesebo etkinlik süre uzadıkça azalır, halbuki uygun tedavide akupunktur tedavi sayısı arttıkça akupunktur etkinliği artar. Plesebo etkinlik kişinin kendinin tedavi edildiğini düşünmesine bağlıdır, oysa akupunktur tedavisi hayvanlar ve hatta anestezi altındaki hayvanlar üzerinde de uygulanmakta ve olumlu sonuçlar alınmaktadır. Akupunktur bebek ve küçük çocuklarda da uygulanmaktadır ve bu hasta gruplarında bir plesebo etkinlik olması söz konusu olamaz.

Akupunktur güvenli bir tedavi metodu mudur?
Yeterli bir eğitim almış bir doktor tarafından uygulandığı taktirde akupunktur tedavisi son derece güvenlidir. Bazı hastalarda iğne yerinde hafif bir çürük, tedavi sonrası hafif bir yorgunluk hissi veya da çok nadiren bayılma meydana gelebilir. Çürük, iğnenin çok ince olmasına rağmen, genellikle tedavi sırasında hareket etmeye bağlı olarak, minik bir cilt altı kılcal damarın zedelenmesine bağlı olabilir. Bayılma, hastanın aç ve çok yorgun olması durumunda olabilir ki zaten yatarak tedavi bu olasılığı büyük oranda ortadan kaldırır.

Akupunktur iğnesi acı verir mi?
Bir çok kişinin merak ettiği ve endişelendiği bir durumdur, ama akupunktur neredeyse ağrısız bir tedavi yöntemidir. İğneler son derece incedir ve genellikle hastaların çoğu, onca endişeye rağmen iğneleri çok az hissettikleri için şaşırırlar. İğne batırılırken çok hafif bir sinek ısırığı hissi ve sonrasında iğne bölgesinde hafif bir ısınma veya ağırlık hissi ya da uyuşma normaldir ve iğne çıkarılınca ortadan kaybolur.

Akupunktur kliniğinde bana neler yapılacak?
Doktorunuz, sizi muayene ederek, sorular sorarak ya da gerekirse bazı tetkikler sonucunda teşhisinizi koyacaktır. Ardından tedavi şekil ve süresini sizinle tartışarak planlayacaktır. Eğer akupunktur tedavisine karar verirseniz tedaviye geçilir. Genellikle ağrının bulunduğu bölgedeki akupunktur noktalarına, gerekirse de kol ve bacaktaki akupunktur noktalarına iğneler batırılır. Uygun görülürse kulak akupunkturu, kupa tedavisi, elektro-akupunktur tedavisi, laser veya moksa tedavisi eklenebilir.


Aşırı Kıllanma

Vücudun normalden aşırı kıllanmasına Hirsutismus denmektedir. Aşırının ölçüsü, toplumdan topluma, insandan insana değişebilmektedir. Normal dışı kıllanma, her kadında az miktarda varolan erkeklik hormonunun çeşitli nedenlerle artmasına bağlı olarak gelişir.

Kıllanmada; üst dudakta, alt çene ve üst çenede, şakaklarda, memeler arasında, meme başı etrafında, göbek altında, kuyruk sokumunda ve kalçalarda anormal kıllanma vardır. Bu bölgelerde, kadınlarda da varolan ince, renksiz, kısa ayva tüyleri; kalın, uzun koyu renkli kıllara dönüşür ve deri yağlanır; yüz, sırt ve göğüs civarında akneler oluşabilir.

Toplumumuzda görülen kıllanmalarının bir çoğu, basit nedenlerden oluşmakta; hastanın yaşı, konumu, çocuk isteyip istemediği gibi durumlar değerlendirilerek verilen tedavilerle bu konu çözümlenmekte dir. Tedavide, kıllanmayı oluşturan faktörün bulunup ortadan kaldırılması veya tedavi edilmesi birinci basamak; ikinci basamak ise oluşmuş kılların kozmetik yöntemler ile temizlenmesidir.

Şişmanlarda adet düzensizliği ve kıllanma varsa, önce zayıflama kürlerine başvurularak zayıflatılmalı ve kozmetik yöntemlere başvurulmalıdır. Adet düzensizliği ve kıllanma arasındaki yakın ilişki, gözardı edilmemeli, bu tip yakınmaları olanlar en kısa sürede doktora başvurmalıdır lar.

Zona Hastalığı ve Tedavisi

Zona Hastalığı ve Tedavisi
Zoster kelimesi yıllar boyu vücudu saran döküntüleri tarif etmek için kullanılmıştır. Hastalığı tarif etmek için birçok, renkli terim kullanılmıştır; Norveçliler 'cehennemden güller kemeri', Danimarkalılar 'cehennem ateşi' olarak isimlendirmişlerdir. Çok ağrılı bir hastalık olduğu için bu isimler son derece uygundur. Herpesvirus varicella tarafından ortaya çıkarılan akut, tek taraflı ve sinir dağılımı üzerinde gelişen veziküllerle (içi su dolu kabarcık) seyreden döküntülü bir hastalık. Genellikle erişkinler de (en sık 50 yaş üstü) ortaya çıkar ve şiddetli sınır ağrısı yapar. Herpesvirus varicella aynı zamanda çocuklarda yaygın döküntülerle seyreden su çiçeği hastalığının da âmilidir. 

Zona arka kök sinir düğümünde sessiz yaşayan virüsün; yaralanma, habis hastalıklar (bilhassa lenfoma) ve röntgen şuasına mâruz kalma gibi hazırlayıcı faktörlerle aktif hâle geçmesi sonucunda gelişir. 

Hastalık; ateş ve kırgınlıkla başlar. 2-4 gün içinde gövde ve nâdiren kol ve bacaklarda şiddetli ağrı, kaşıntı ve duyu değişiklikleri çıkar. Ağrı keskin, künt, yanıcı ve devamlı veya gelip geçici karakterde olabilir ve genellikle 1-4 hafta sürer. Başlangıçtan iki hafta sonra ağrılı sahalarda sert, küçük (1 cm kadar), kırmızı döküntüler çıkar. Bunlar bir sinir dağılımı üzerinde olduğundan gövdede tek taraflı kemer tarzı veya kol ve bacaklarda yukarıdan aşağı istikâmettedir. Sonra bunların içi saydam sıvı veya irinle dolar. 10 gün içinde kurur ve kabuklanırlar. Sıklıkla iz bırakırlar. Patlarsa çevre lenf bezleri büyür ve bazan gangrene sebep olabilir. Bazan da döküntü bütün vücûda yayılır. Yaşlılarda en yaygın görülen komplikasyon olarak postherpetik nevralji (Zona sonrası sinir ağrısı) yıllarca sürebilir. 

Zona en sık göğüste görülür. Ayrıca boyun, bel ve nâdiren kafa sinirleri tutulabilir. Kafa sinirleri tutulumu daha ağır seyreder ve tek taraflı yüz felci, sağırlık, tad kaybı, görme bozukluğu ortaya çıkabilir. 

Hastalık genellikle tipik deri döküntüleri çıkmadan teşhis edilemez. Vezikül sıvısında virüs görülmesi teşhis koydurucudur. 

Tedâvi: Kaşıntı ve sinir ağrısını azaltmak için kalamin losyon, aspirin, kodein kullanılır. Benzoin tentürü de kullanılabilir. Sâkinleştirici verilir. Veziküller patlarsa antibiyotik tedâvisi eklenir. 

Gözdeki kornea zonasında iodoksiüridin merhemi gibi antiviral ilâç kullanılır. Postherpetik nevralji açısından kortikosteroid tedâvisi yapılır. Elektronik akupunktur cihazı göz ağrısı noktasına tutulur. Hasta çok faydasını görür. Geçmeyen ağrılarda siniri kesmek gerekebilir. Gözde katiyen kortikosteroid kullanılmaz. 

Başlıca Nedenleri 

Zona ile suçiçeğinde etkenin aynı virüs (varicella zoster) olmasına karşın, iki hastalık hastalık birbirinden farklıdır. Zona genellikle orta yaşın üstündeki insanlarda görülür. Suçiçeği geçirildikten sonra konak sinir hücrelerinde bekleyen virüsün yeniden aktive olması ile ortaya çıkmaktadır. 


Belirtileri Nelerdir? 

En çok hissedilen belirti ağrıdır. Ağrı genelde kuşak şeklinde belirli bir hat üzerinde kendini gösterir. İlk belirti genellikle deride bir ya da daha fazla dermatoma uyan bölgede çok şiddetli ağrı veya uyuşma hissinin duyulmasıdır. Bu ağrı yedi gün devam eder. Ağrı geçtikten sonra daha yoğun bir biçimde geri dönebilir; arka planda sürekli bir rahatsızlık vardır ve buna bıçak saplanması tarzında daha kısa süreli ama daha şiddetli ağrılar eşlik edebilir. 

Nasıl Tedavi Edilir?
 

Zona viral bir hastalıktır ve tedavisi antiviral ilaçların sistemik uygulanması ile yapılmalıdır. Tedavi ne kadar erken uygulanırsa o kadar etkili olacaktır. Bu nedenle teşhisin çabuk konulması şarttır. Valasiklovir eğer erken kullanılırsa (döküntülerin ortaya çıkmasını takiben ilk 72 saat içinde), ağrı süresini ve şiddetini, döküntü süresini ve komplikasyon risklerini azaltır ve iyileşme sürecini hızlandırır.

Nasır nedir? Tedavisi Nedir?

Nasır
Nasırlar cilt üzerine sürekli basınç veya tekrarlanan sürtünme sonucu oluşur. Sıklıkla, ayaktaki nasırların nedeni iyi uymayan ayakkabılardır. Ellerdeki nasırlar genellikle tekrarlanan işlerin yarattığı basınç ve sürtünmeden meydana gelir. Eğer her gün kürek veya diğer bir el aleti kullanıyorsanız zaman geçtikçe ellerinizin nasır kaplandığını farkedersiniz.
Belirtiler : Sıklıkla ayak parmakları arasında görülen kalınlaşmış deri tabakası.
Nasır yaygın olarak görülür ve nadir olarak hafif bir rahatsızlık duygusu yaratmanın ötesi-ne geçer. Bununla birlikte, şeker hastalarında enfeksiyon ve diğer komplikasyonlar gelişebilir, bu nedenle uygun bakımın yapılması gereklidir. Nasır ağrılı olmaya ya da üzeri ülserleşmeye başlarsa doktorunuza başvurun.
Tedavi:
Çoğu kimselerde nasır tedavisi, nedeni ortadan kaldırmak meselesidir. Eğer nasırın nedeni uygun olmayan ayakkabı giymekse, yumuşak deriden, uygun biçimde ayakkabılar giyiniz. Birkaç haftada nasıl kaybolmalıdır. Eğer problem devam ederse doktorunuz sizi, dokuyu cerrahi olarak çıkartabilecek olan bir podiatriste gönderebilir.
Banyodan sonra nasırınız yumuşadıktan sonra, üzerindeki kalınlaşmış deriyi bir havluyla ovalayarak aşama aşama inceltebilirsiniz. Suyla birlikte sabunun alkalen özelliği deriyi yumuşatacaktır, böylece üst tabakayı soyabilirsiniz.
Banyo sırasında ya da sonrasında nasır dokusunun kalınlığını azaltmak için bir sünger taşı kullanın. Bununla birlikte, şeker hastalığı ya da dolaşım bozukluğunun olduğu durumlarda bu yöntem önerilmemektedir.

Anal Kaşıntı

Pruritus ani de denen anal (makat bölgesi) kaşınma sık rastlanan bir sorundur. 
İnatçı anal kaşınma, çocuklarda ve yaşlılarda daha sık görülen bir durumdur. Çocuklarda bu durum, sık rastlanan bir parazit olan kılkurdunun varlığına bağlı olabilir. Yaşlılarda ise neden, yaşlanan deri-nin kurumasıdır. 
Doktorunuz anal kaşınmanızın nedenini araştırırken, sedef hastalığı gibi bir deri hastalığının, deri kanserinin ve bir mantar enfeksiyonunun işaretlerini de arayacaktır. Kaşınmaya ve tahrişe neden olan hemoroid, anal fissür ve anal fistül yönünden de muayene edilebilirsiniz; bu hastalıklar anal kaşınmanın nadir nedenleridir. Çoğu kez kaşınmanın kesin nedeni bulunamaz. 
Aşırı Bakım 
Bazı kişiler, anüs bölgesini sert bir sabun bezi ve sabunla iyice temizlemeye çalışırlar. Bu durum, bölgenin kaşınmasına, yanmasına ve tahriş olmasına yol açabilir. 
İlaç Reaksiyonları 
Bazı kişilerin kaşınmayı geçirmek için kendi başlarına kullandıkları ilaçlar, tahrişe yol açarak kaşımayı ve yanmayı artırabilir. 
Stres 
Bazı doktorlar, kanıtlanmamış olsa da, stresin kaşınmaya yol açabileceğine inanmaktadır. 
Anal Kasların Gevşemesi 
Normalde anal kanalı kapalı tutan kaslar gevşediğinde, dışkı dışarı sızarak bu bölgedeki deride tahrişe yol açabilir. 
Kötü Bakım 
Eğer dışkılamadan sonra uygun temizlik yapılmazsa, anüs bölgesindeki dışkı artıkları tahrişe ve kaşınmaya neden olabilir. 
Eskiden kronik anal kaşınması olanlarda, anüs bölgesine ışın tedavisi, alkol enjeksiyonu ve hatta bu bölgedeki deri ve sinirleri çıkarmak için ameliyat yapılırdı. Artık bu tür uygulamalar ortadan kalkmıştır. 
Eğer böyle bir sorununuz varsa, aşağıdakileri deneyin. 
1-Kaşımayı kesin. Sürekli kaşıma tahrişe yol açar. Ne kadar çok kaşırsanız, o kadar çok kaşınırsınız. Bölgeye soğuk uygulamayı de-neyin. 
2-Bölgeyi temiz tutun. Gece, gündüz ve her dışkılamadan sonra bölgeyi tahriş etmeden, nazikçe temizleyin. 
3-Dışkı sızıntısının deride yaptığı tahrişi engellemek için, bu bölgeye bez koyun ve gerektikçe değiştirin. 
4-Kaşınmayı azaltmak için yatarken antihistaminik bir ilaç da alınabilir. 
Eğer kaşıntınız sürerse, tam bir muayene için doktorunuza başvurun.

Saç Dökülmesi



Saç dökülmesi nedir ?
Tüm toplumlarda saç ve saç şekillerinin sosyal ve kültürel bir önemi vardır. Saç dökülmesi ile karşılaşan bir insan kendisini fiziksel ve ruhsal olarak zayıf görmeye başlayarak bu durumdan kurtulabilmek için değişik yöntemlere başvurabilir. Ancak saç dökülmesine neden olan sebep bulunmadan doğru bir tedavi şekli uygulanamaz. Bu nedenle , aşırı saç dökülmesi, saç köklerinde zayıflık ve saç tellerinde incelme şikayetleri başlayan insanların Deri Hastalıkları Uzman hekimlerine başvurmaları gerekmektedir.

Normal Saç Büyümesi:

Sağlıklı bir insanda saçların yaklaşık %90'ı sürekli uzama halindedir. Bu büyüme evresi 2-6 yıl kadar sürebilir.Geriye kalan %10'luk kısım ise 2-3 ay kadar süren dinlenme evresinde bekler.Bu dinlenme evresi sonucunda saçlar dökülür. Dökülen saç köklerinden yeni saçlar büyümeye başlar ve döngü bu şekilde devam eder. Saç telleri ayda ortalama 1-1.5 cm kadar uzar. İnsanlar yaşlandıkça saç uzama hızları yavaşlar. Doğal sarışınlar(140.000), esmer(105.000) ve kızıllardan(90.000) daha çok saç teline sahiptirler. Saç dökülmelerinin çoğunun sebebi normal saç büyüme döngüsünden kaynaklanır. Günde 50-100 adet saç telinin dökülmesi normal sınırlar içerisinde kabul edilir.Eğer aşırı miktarda saç kaybı,saçlarda gözle görülen incelme oluşursa en kısa zamanda doktora baş vurulmalıdır.
Saç dökülmesinin başlıca nedenleri:
  • Uygunsuz saç bakımı ve kozmetik ürün kullanımı: Saça uygulanan her türlü boya, renk açma, saçı düzleştirme veya perma gibi yöntemler uygun koşullarda yapılmazsa saça zarar verebilir.Bu yöntemlerin sık sık veya aynı anda uygulanması da saçı zayıflatıp kırılmasına neden olabilir. Saçı çeken saç şekillerinin de (atkuyruğu, örgü, saçı sıkı lastiklerle toplama gibi) sıklıkla uygulanmaması gerekir çünkü saç diplerine etki eden sabit çekme kuvveti saç kaybına neden olabilir. Saçı sık sık yıkamak, taramak ve fırçalamak da saçı kırabilir.Saçı sampuanladıktan sonra saç kremi kullanmak saç taranmasını kolaylaştırır. Saç ıslakken daha kırılgandır bu nedenle havlu ile saçı ovalayarak kurutmaya çalışmak, taramak ve fırçalamaktan kaçınılmalıdır.Geniş ağızlı ve düz uçlu taraklar tercih edilmelidir.
  • Ailesel (ırsi) saç kaybı : Saç dökülmelerinin en sık sebebi kalıtsal özelliktir. Bu kalıtıma sahip olan kadınlarda da saçlarda azalma görülür ancak kellik oluşmaz. Bu duruma ' Erkek Tipi Kellik' denir, 10-20-30'lu yaşlarda başlayabilir. Son zamanlarda yeni tıbbi tedavi seçenekleri sunulmasına rağmen kalıcı bir düzelme sağlamak saç transplantasyonu dışında henüz mümkün değildir. Hasta için uygun olacak yöntem doktor tarafından seçilmelidir.
  • Alopesia areata(Alopecia Areata): Bu tip saç kayıplarında düzgün yüzeyli, para büyüklüğünde veya daha geniş yuvarlak yama tarzı alanlar oluşur. Nadiren tüm saç ve vücut kıllarında kayıp oluşabilir. Çocuk ve erişkin her yaşta gözlenebilir. Saç dökülmesini yapan neden bilinmemektedir.Bir çok hastada saçlar kendiliğinden büyür. Şiddetli ve uzun süren durumlarda sürme veya ağızdan tedaviler uygulanabilir.
  • Doğum sonrası: Gebe bayanlarda saçlarının büyük bir kısmı büyüme halindedir. Doğum sonrası saçlar saç büyüme döngüsünün dinlenme fazına geçerler. 2-3 ay içerisinde saçların aşırı miktarda döküldüğü fark edilebilir, bu süreç 1-6 ay kadar sürebilir ve çoğunlukla saçlar büyüyerek eski miktarlarına ulaşırlar.
  • Yüksek ateş, ağır enfeksiyon ve soğuk algınlığı: Hastalıklar saçların dinlenme evresine girmesine neden olabilir. Yüksek ateş ve ağır bir hastalıktan 4 hafta ile 3 ay sonra yoğun bir saç kaybı gelişebilir.Zaman içerisinde saçlar tekrar eski halini alır.
  • Tiroid hastalıkları(Guatr ve diğerleri): Fazla ve az çalışan tiroid bezi saç kaybına neden olabilir.Tiroid hastalıkları laboratuar testleri ile araştırılabilir. Tiroid hastalığının tedavisi ile saç kayıpları da düzelir.
  • Eksik protein içerikli beslenme ve ağır diyetler: Proteinden fakir diyetler yapan veya anormal beslenme alışkanlığına sahip kimselerde protein eksikliği oluşur ve vücut proteini muhafaza etmek için saçları dinlenme evresine sokar.2-3 ay sonra yoğun bir saç kaybı oluşur. Saç kökleri zayıflar. Bu durum diet ile yeterli miktarda protein alınımı ile düzelebilir.
  • İlaçlar: Bazı ilaçlar geçiçi bir süre saç dökülmesine neden olabilir. Romatizmal, gut, depresyon, kalp hastalığı, yüksek tansiyon için reçete edilen ilaçlar ve yüksek doz A vitamini,sivilce ve sedef tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar saç dökülmesi yapabilir.
  • Kanser tedavileri: Bazı kanser tedavileri saç hücrelerinin bölünmesini durdurabilir. Saçlar deriden çıkınca zayıflar ve kırılır. Bu durum terapiden 1-3 hafta sonra gerçekleşir ve hastalar saçlarının %90 'ını kaybeder , terapi sona erdikten sonra saçlar tekrar büyüme gösterir ve eski haline döner.
  • Doğum kontrol hapları: Doğum kontrol hapı kullanan bir bayanda saç dökülmesi sıklıkla kalıtsal bir yatkınlıkla oluşabilir. Saç dökülmesi gelişirse haplar Kadın-doğum doktorları tarafından değiştirilmelidir. Hap kullanımını kesen bir bayanda 2-3 ay sonra saç dökülmesi başlayabilir ve 6 ay kadar sürebilir. Bu durum doğum sonrası gözlenen saç dökülmesi mekanizması ile benzerdir.
  • Düşük serum demir düzeyi: Demir eksikliği saç dökülmesine neden olur.Bazı insanlar demiri besinsel olarak eksik alırken bazılarında ise demirin bağırsaklardan emilimi yetersizdir. Bayanlarda adet kanamaları nedeni ile demir eksikliği daha sık görülür. Demir eksikliği laboratuar testleri ile araştırılıp , demir hapları ile tedavi edilmelidir.
  • Büyük cerrahi girişimler ve kronik hastalıklar: Büyük cerrahi operasyon geçiren hastalar 1-3 ay içinde aşırı bir saç dökülmesi fark edebilirler. Bu durum birkaç ay içinde geçer. Ağır kronik hastalığı olan hastalığı olan kişilerde saç kaybı ömür boyu devam eder.
  • Mantar hastalıkları: Küçük yamalar halinde kabuklanmalar ile başlayıp yayılabilir, saçlarda kırılma saçlı deride kızarıklık şişlik ve hatta sızıntıya neden olabilir. Bu bulaşıcı hastalık çocuklarda daha sık görülür ve ilaç ile tedavi edilmelidir.
  • Trikotilomani(Saç koparma hastalığı): Çocuklar ve bazen erişkinler saç, kaş veya kirpiklerini koparıncaya kadar çekebilirler ve bunu bir alışkanlık haline getirirler. Böyle durumlarda psikoloji danışmanlarına başvurulması uygundur.
Saç Dökülmesinin Tedavisi :
Dermatoloğunuza başvurduğunuzda öncelikle saç dökülmesinin nedeni araştırılır. Bu nedenle size bazı sorular sorulacaktır. Eğer doktorunuz uygun görürse sizden bazı kan tahlilleri isteyebilir.

Saç dökülmesinde amaç öncelikle neden bulunursa onu tedavi etmektir. Örneğin kansızlık veya demir düşüklüğü tedavi edildikten 3-4 ay sonra saçlar eski sağlığına kavuşur.

Bunun dışında androjenik alopesi (Erkek tipi saç dökülmesi) tanısı alırsanız aşağıdaki ilaçları kullanmanız gerekebilir. İleri dökülmelerde saç nakli uygulanır :
Saç dökülmesinde ilaç tedavileri :   

  • Minoxidil : Losyon şeklinde olan bu ilacın kadın ve erkekler için ayrı tipleri vardır. Saç cildine sürülerek kullanılır. Saç dışında başka bölgelere yanlışlıkla temas ettiğinde tüylenme yapabilir. Bu nedenle dikkatle kullanılmalı ve tedavi sonrası eller yıkanmalıdır.
  • Finasterid : Hap şeklinde olan bu ilacı kadınlar kullanamaz. Erkeklerde testesteron hormonunun aktif hale gelip saç köklerini zayıflatıp döktüğü tespit edilmiştir. Finasterid hormonun aktifleşmesini engeller ve saçın dökülmesini engeller. Fakat kullanım sırasında düşük bir ihtimalle de olsa iktidarsızlık görülebilir. Mutlaka dermatoloji uzmanı kontrolünde kullanılmalıdır. İlaç bırakılırsa saç dökülmesi devam eder.
Saç dökülmesinde cerrahi tedaviler :
  • Saç kökü nakli ( Saç Ekimi ) : Saç kökü nakli saç dökülmesi için son seçenektir. Ancak dökülme durduğunda bu tedavi uygulanabilir. Amaç ense bölgesinde yer alan ve testesteron hormonundan etkilenmeyen canlı saç kökü hücrelerini saçın döküldüğü yerlere nakletmektir. Çeşitli teknikler kullanılmakta olup hepsinin kendine ait avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Saç nakli dökülme için kalıcı bir çözümdür.

    Mongolizm Hastalığı Nedir (Bebeklerde Zeka Geriliği)

    Mongolizm Hastalığı Nedir (Bebeklerde Zeka Geriliği)

    Zekâ geriliği ve vücutca birtakım kusurlar gösteren doğmalık bir hastalıktır. Mongolizmde kromozom sayısında bir sapma söz konusudur. Cünkü 46, yani 23 cift kromozom yerine, 47 kromozom vardır. Yaklaşık olarak 500 cocuktan birinde mongolizme rastlamak mümkündür. Mongolizmin kalıtsal olması olasılığı da vardır. Ayrıca, genellikle, yaşlı anadan doğan cocuklarda cok daha sık görülebilmektedir.

    Zeka Geriliği Belirtileri, Nasıl Anlaşılır: Yüz oval ve yassı olur, gözlerde Çinliler gibi cekiklik vardır. Başın önden görünümü yuvarlaktır, ama coğu kez arka tarafı yassıdır. Parmaklar kısa ve küttür. Kulak kepcelerinde şekil bozuklukları görülebilir. Avucların ici maymun eline benzer, yani yatay cizgilerle doludur. Dil iri, burun kalkıktır ve birinci ayak parmağı ile ikinci ayak parmağı arasındaki acıklık normalden fazladır. Genellikle kas zayıflığı görülebilir. Kalp bozukluklarına da rastlanabilir.

    Bebeklerde Zeka Geriliği Süreci: Mongoloid cocukta zekâ geriliği görülür. Vücut direnci az olduğu icin bulaşıcı hastalıkları kolayca kapma eğilimi gösterir. Bu nedenle de her zaman ölüm tehlikesiyle burun burunadırlar.

    Tedavisi: Etkin bir yöntem yoktur. Mongoloid cocukların zaten ömürleri kısa olur. Mongoloid cocuklar arasında erişkinliğe ulaşanları sayısı oldukca azdır.

    Respiratuvar Distress Sendromu (RDS) ve Surfaktan Eksikliği

    Respiratuvar Distres Sendromu (RDS) prematüre yenidoğanların en sık görülen ve en önemli hastalıklarından birisidir. Prematüre bebeklerdeki mortalite ve morbiditenin en önemli nedenini RDS ve buna bağlı olarak gelişen komplikasyonlar oluşturmaktadır. Tüm yenidoğanların %1'ini etkilemektedir.

    RDS klasik olarak, bebeklerde doğumdan sonraki ilk 6 saat içinde başlayan taşipne, dispne, interkostal çekilmeler, inleme, burun kanadı solunumu, siyanoz ve oksijen ihtiyacının artmasıyla karakterize bir hastalıktır. Bu bulgulara tipik radyolojik görünüm eşlik eder.
    Bebeklerin gestasyon yaşı azaldıkça RDS sıklığı da artmaktadır. 26-28 hafta gestasyon yaşında doğan bebeklerin %50'sinde, 30-31 hafta gestasyon yaşı ile doğan bebeklerin %25'inde RDS görülür.

    Risk Faktörleri:
    - Prematürite
    - Erkek Cinsiyet
    - Sezeryanla Doğum
    - Perinatal Asfiksi
    - Annede Diyabet

    Tedavisi:
    - Genel Destek Tedavisi
    - Akciğerlere Yönelik Özel Tedavi
    - Oksijenizasyonun artırılması
    - Eksojen surfaktan tedavisi

    RDS'den korumaya veya tedavi etmeye yönelik olarak sığır akciğerlerinden elde edilen eksojen surfaktan uygulanması bu bebeklerdeki ölüm oranlarını anlamlı oranda azaltmaktadır.

    Tıp Sözlüğü - Z

    ZAR: Anatomide makroskopik ya da mikroskopik boyutlu, az ya da çok farklılaşmış ya da karmaşık yapıda, geniş ve yassı katman biçimli oluşumların genel adıdır. 

    ZATÜRRE (PNÖMONİ) : Akciğer dokusunun iltihabı. Çeşitli etkenlere bağlı olarak gelişmekle birlikte, genellikle birincil ya da ikincil mikrobik etkenlerin yol açtığı akut ya da subakut hastalık tablolarını belirten bir terimdir. 

    ZAYIFLIK: Kişinin vücut ağırlığının yaşına, cinsiyetine ve boyuna göre hesaplanmış normal değerlerden daha düşük olması. 

    ZEHİR: Hücrelere ve yaşayan dokulara kimyasal ya da biyokimyasal nitelikte zararlar veren her türlü madde. Zehrin en tipik özelliği bu zararlı etkisini en küçükdozlarda bile göstermesidir. 

    ZEHİRLENME: Bir zehrin vücutta emilmesiyle ortaya çıkan belirtileri anlatan genel terim. Görece küçük miktarlarda kimyasal ya da biyokimyasal etki gösteren zehir, süresi ve ağırlığı değişebilen bir hastalıkhaline ya da ölüme yol açar. 

    ZEKA: Yeni sorunları karşılayarak uygun çözümler bulmak amacıyla, zihnin tüm ögelerini amaca uygun kullanabilme yeteneği ya da gücü. 

    ZEKA GERİLİĞİ: Zihinsel gelişmenin yavaşlığı. Doğuştan gelen ya da bebeklik çağında ortaya çıkan zihinsel yetersizliğe bağlı olarak ruhsal gelişimi duraklayan kişilerde görülür. 

    ZEKA YAŞI: Psikolojide, zeka testleriyle saptanan ve takvim yaşından farklı olarak belirli bir yaş grubuna özgü becerilerle zihinsel yetkinliği ifade eden ölçü. 

    ZİGOMA: Gözlerin alt ve yan kısımlarında, elmacık kemiklerine karşılık düşen yüz bölgesi. 

    ZİGOT: Döllenme sırasında spermatozoitin yumurtayla birleşmesi sonucu oluşan hücre. 

    ZONA: Etkeni su çiçeğine de yol açan virüs hastalığı. Herpesvirüs. 

    ZOOFİLİ: Hayvanlara karşı aşırı düşkünlükle belirlenen hafif bir duygulanım bozukluğu. Genellikle aşırı duygusal, destek konusunda saplantılı ve normal yoldan bu desteği sağlayamamış kişilerde (bekarlar, çocuksuz çiftler vb.) görülür.

    Tıp Sözlüğü - Y

    YABANCI CİSİMLER: Vücudun belirli bir yerinde, normalde bulunmayan her hangi bir madde yabancı cisimdir. Bunlara özellikle çocuklarda, barsaklar, kulak ve burunda rastlanır. Yutulan yabancı cisimler, yemek borusunda takılabilir, ya da tehlikeli olabilir.Bu nedenle bazen ameliyatla çıkartılmaları gerekebilir.
    YAĞ EMBOLİSİ: Büyük kemik kırıklarında görülebilen bir komplikasyondur. Kemik iliğindeki yağın bir kısmı açığa çıkar ve yağ damlaları kan dolaşımına karışıp damar tıkanmasına neden olur.
    YAĞLI DEJENERASYON: En çok kalp, karaciğer ve böbreklerde görülür. Bu organlarda, hücreler normal çalışma yeteneklerini kaybederler ve içlerinde yağ tanecikleri birikir.
    YALANCI GEBELİK: Tüm gebelik belirtilerinin olmasına rağmen, uterus boştur. Bu duruma yalancı gebelik denir. Daha çok psikolojik menşelidir.
    YDS (YENİDOĞAN SARILIĞI): Hayatın ilk bir ayında en sık karşılaşılan sorunlardan birisi yenidoğan sarılığıdır. Sağlıklı, zamanında doğmuş bebeklerin % 60’ında, erken doğan bebeklerin % 80’inde sarılık görülür.
    Anne karnındaki bebeğin alyuvarları farklıdır.Bu alyuvarların içerdikleri hemoglobin çeşidi, fetal hemoglobindir(HbF). Yenidoğan bebeğin, anne kanındaki alyuvarlardan farklı alyuvarlara ihtiyacı vardır. Onun için doğar doğmaz bebeğin kanındaki alyuvarlar hızla yıkılmaya başlar ve yerine yeni hemoglobin (HbA) içeren alyuvarlar yapılır. Ancak, yıkılan alyuvarlardan bol miktarda sarılık maddesi(biluribin) üretilir. Normalde biluribin karaciğerde işlenerek vücuttan atılacak hale getirilir. Ancak fazla üretilen biluribin bebeğin karaciğer kapasitesini aşar,  bebeğin kanında ve dokularında birikmeye başlar. Sarı renkte pigmentlere sahip olan bilirubin, bebeğin cildini, dokularını sarı renge boyar ve yenidoğan sarılığına yol açar.
    YDT: Yumuşak Doku Travması

    Tıp Sözlüğü - V

    VAGOTOMİ: Vagus sinirinin etkisini ortadan kaldırmak amacıyla dallarından birisinin kesilmesidir.
    VAGUS: Nervus Vagus onuncu kafa siniridir, kafatasından çıktıktan sonra mide , barsak sisteminin bir kısmına, kalp ve akcigerlere dallar verir.Bu sistemlerin fonksiyonlarında önemli rol oynayan bir sinirdir.
    VAJEN: Kadın cinsel organı.
    VAJİNİT: Vajina iltihabı.
    VAKSIN: Aşı
    VARİS: Kirli kan taşıyan damarların, fonksiyonel bozuklukları sonucu ya da kan akımının önündeki bir engel nedeniyle genişliyerek kıvrımlı bir hal almasıdır.Yüzeyel olduğu gibi derin venlerde de varis gelişebilir.
    VARİKOSEL: Erkeklerde spermatik kordon venlerinin genişlemesi sonucu torbalar içersinde varis oluşumu.
    VASKÜLİT: Damar iltihabı.
    VAZODİLATASYON: Damar genişlemesi.
    VAZODİLATATÖR: Damar genişletici etkiye sahip ilaç, madde.
    VAZOKONSTRÜKSİYON: Damarları büzülmesi, kasılması.
    VAZOKONSTRÜKTÖR: Damarları büzen etkiye sahip ilaç, madde.
    VAZOSPAZM: Damar kasılması, büzülmesi.
    VEJETERYAN: Bitkisel gıdalarla beslenen, etyemez.
    VEN: Kirli kanı kalbe taşıyan damarlar.
    VERTEBRA: Omur.
    VERTİGO: Genel anlamda baş dönmesi, hareket duygusu demektir. Ancak tansiyon düşmesi ile ilgili baş dönmeleri bu kapsamda değildir. Vertigodan kastedilen labirentit, iç kulak iltihabı, Meniere hastalığı gibi durumlarda olan baş dönmesi hissi Vertigo diye adlandırılır.
    VİTİLİGO: Bir cilt hastalığı olup, vücudun çeşitli bölgelerinde, yer yer renk (pigment) kaybı ile karakterize, normal bölgelerden keskin sınırlarla ayrılan beyaz lekeler.

    Tıp Sözlüğü - U

    ULCUS: Bkz.ülser
    ULNA: Önkolun iki kemiğinden içte (serçe parmağı tarafında)bulunanıdır.
    ULTRASOUND: İnsan kulağının duyamıyacağı kadar yüksek frekanslı ses dalgaları.Ultra-ses.
    ULTRASONOGRAFİ: Ultra-ses kullanılarak elde edilen görüntüler.Bir çok hastalığın ön teşhisinde kullanılan, ancak daha çok karın organları gibi ses dalgalarının kolayca geçebileceği konumdaki organların tetkikinde etkili bir inceleme yöntemidir.Şua söz konusu değildir.
    ULTRAVİOLE: Dalga boyu 2000-4000 arası olan mor ötesi ışınlar.
    UTERUS: Rahim, döl yatağı.
    UTERUS BİCORNİS: Uterusun iki boynuzlu olması anlamında bir terimdir.Uterusun üst kısmının çökük olması nedeniyle her iki uç kısımlarının beligin hal alması sonucu ortaya çıkan görünümdür.
    UVULA: Küçük dil.

    Tıp Sözlüğü - Ü

    ÜLSER: Geniş anlamıyla deri ya da mukoza altı dokuları meydanda bırakan kronik yaralardır.
    ÜLSERATİF KOLİT: Kalın barsakla rektumun, kronik iltihabı ve ülserasyonudur.
    ÜREMİ: Kandaki üre oranının normalin üzerinde olması halidir.
    ÜRETER: Böbreklerle idrar torbasını birleştiren, idrarın torbaya ulaşımını sağlayan tüptür.Her iki tarafta birbirinden bağlantısız olarak bulunur.
    ÜRETRA: İdrarın dışarıya atılmasını sağlayan ve ıdrar torbasından sonraki idrar yoluna verilen isim.
    ÜRETRİT: Üretranın iltihabıdır.
    ÜROLOJİ: Kadın ve erkeklerdeki idrar yolları ve üreme sistemleri ile ilgili hastalıkları inceleyen bilim dalıdır.Bevliye.
    ÜRTİKER: Hassasiyet sonucu ortaya çıkan deri döküntüleri ve kaşıntı ile belirgin bir durumdur.
    ÜRİN: İdrar.
    ÜROGENİTAL: Genital ve idrar yolları sistemi ile ilgili.
    ÜROGRAFİ: Damardan kontrast madde verilerek böbrekler,idrar torbası ve idrar yollarının belirli zaman aralıkları ile filmlerinin çekilmesidir.Üriner sistem hakkında teşhis amaçlı yapılan işlemdir.
    ÜSYE: Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu

    Tıp Sözlüğü - T

    TABES DORSALİS: Sfilizin ilerlemiş döneminde sinir sistemi tutulumuna bağlı olarak dengesizlik, yürüme güçlüğü görme bozuklukları ile seyreden tabloya verilen isimdir.
    TALAMUS: Orta beyindeki bir cekirdek grubuna verilen addır.
    TALASEMİ: Kalıtsal bir kan hastalığıdır.akdeniz kıyılarında yaşayanlarda daha sık görülür.
    TAKİPNE: Çok hızlı solunum.
    TARTAR: Diş taşı.
    TELENJEKTAZİ: Deride veya mukozalarda kırmızı lekeler şeklinde görülen kılcal, arteriol ve venüllerin genişlemesinden oluşan lezyonlar.
    TELEKARDİOFON: Kalp seslerini hastadan uzakta dinleten alet.
    TELEPATİ: Beş duyu işe karışmaksızın düşüncelerin, bu duyuların üstünde bir yolla aktarılması.
    TEMPORAL BÖLGE: Şakak bölgesi.
    TENDİNİT: Tendon iltihabı.
    TENDON: Kasların kemiklere yapışmasını sağlayan yapılar.
    TENESMUS: Rektum veya mesanenin iltihaplı durumlarında görülen, ağrılı işeme veya defekasyon duygusu.
    TENYA: Barsak paraziti, şerit, yassı solucan.
    TESTOSTERON: Erkek seks hormonuna verilen addır.
    TREMOR: İrade dışı titremelere verilen addır. Örneğin, Hipertiroidi (Tiroid bezinin fazla çalışması) adı verilen rahatsızlıkta ellerde görülen ince amplitüdlü titremelere tremor adı verildiği gibi, Parkinson da görülen kaba ve büyük amplitüdlü titremelere de tremor denir.
    TRİKÜSPİT KAPAK: Sağ atrium ile sağ ventrikül arasındaki sistem, triküspit kapak sistemidir. Kanın sağ atriumdan, sağ ventriküle geçmesini sağlayan delik " sağ ostium atrioventrikülare " yaklaşık 3 parmak sığabilecek kadar genişlikte olup burada sağ atrioventriküler kapak bulunur. Kapak 3 parçadan yapılmıştır ve her bir parça üçgen şeklindedir. Bu nedenle kapağa triküspit kapak adı verilmiştir.
    TROMBOZ: Kan damarlarının pıhtı veya ateron (kolesterol) plakları oluşarak tıkanmasıdır.

    Tıp Sözlüğü - S

    SAFRA: Karaciger tarafından salgılanan, yeşilimsi kahverengi bir sıvıdır.Safra, kısmen yağ sindirimine yarayan bir salgı, kısmende eskimiş alyuvarların tahrip olmaları sonucu oluşmuş bir atılma ürünüdür.
    SAFRA KESESİ: Karaciğerden salgılanan safranın toplandığı, karacigerin alt kısmında bulunan torba şeklinde bir organ-dır.Kesenin görevi, safrayı depolayıp, yoğunlaştırmak, ve gerekli aralıklarla oniki parmak barsağına safra salgılamaktır.
    SAK: Kese, torba.
    SAKKÜLER: Keseye benzer, torba gibi.
    SAKRUM: Kuyruk sokumu.
    SAKRALİZASYON: Beşinci bel omuru ile kuyruk sokumu kemiğinin birleşik olmasına verilen isim.Yapısal bir farklılıktır.
    SAKROİLİAK EKLEM: Sakrumla kalça kemiğinin, sağda ve solda yapmış olduğu eklem.
    SADİZM: Başkalarına acı vermekten cinsel haz duyma.
    SADİST: Başkasına işkence etmekten zevk alan kişi.
    SAGİTTAL: Vücudu sol, sağ şeklinde ortadan ayıran düzlem.
    SAKRO-İLİAK EKLEM: Kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğinin yapmış olduğu eklem ( Sağ ve solda olmak üzere her iki tarafta da vardır. )
    SAKRUM: Kuyruk sokumu kemiği.
    SALİSİLİK ASİT: Ateş düşürücü etkisi olan ve aspirin yapımında kullanılan bir madde.
    SALMONELLA: Bir bakteri türü.
    SALPİNKS: Tuba uterina, rahimle yumurtalıklar arasındaki geçişi sağlayan, sağlı sollu iki tarafta bulunan tüpler.Tüplerin tıkalı olması kısırlığa neden olur.
    SALPENJİT: Tuba uterinaların iltihabı.
    SEDASYON: Hastanın sakinleştirilmesi.
    SGA (Small gestational age): Bebeğin gebelik haftasına göre olması gereken ağırlığından daha az olma durumudur.
    SİMPLEKS: Tek maddeden oluşmuş, basit, sade.
    SİNÜZİT: Sinüs adı verilen yüzdeki kemik boşlukların iç yüzünü kaplayan mukoza iltihabına ve boşlukta cerahat toplanmasına sinüzit adı verilir.
    SİRENGOMYELİ : Spinal kordun ( omurilik ) kistik kavitasyonu. Doğumsal anomaliler, tümör veya travma menşeli olabilir. Basit şekli, Hidromiyeli olarak da isimlendirilir; santral spinal kanalın genişlemesidir. Nonkominikan Sirengomyeli; de ise kist omurilik dokusundan çıkar ve santral kanalla birleşmez.
    SİROZ: Bir organda sertleşme ve nedbeleşme ile karakterize fibröz doku oluşumuna verilen isimdir. Ancak bu terim hemen her zaman karaciğerin görevini yapamamasıyla ilgili, kronik karaciğer iltihabı için kullanılır.
    SİTOLOJİ: Hücre bilimi.
    SKOLYOZ (SKOLİOSİS): Omurganın sağ veya sola doğru eğrilikleri ile karakterize şekil bozukluğu.
    SPİNAL STENOZ ( Dar kanal ): Spinal kanal ön-arka uzunluğunun, normal ölçünün altına inecek şekilde dar olması. BT incelemeleri için ( lomber bölgede ) 11.5 mm. nin altında olması dar kanal olarak değerlendirilir.
    SPONDİLOZİS: Omurların ( vertebra ), spesifik olmayan degeneratif süreci; omurlarda yaşın ilerlemesiyle veya travmalar sonucu kemik yapıda dikensi çıkıntılar eklem aralıklarında daralmalar gibi değişimlerin oluşması. Halk arasında kireçlenme olarak da adlandırılmaktadır.
    SPONDİLOLİSTEZİS: Bir omurun ( Korpus vertebra ) diğerinin üstünde öne doğru kayması. Genellikle S1 ( 1. sakral vertebra ) üstünde L5 ( lomber 5. vertebra ), daha seyrek olarak da L5 üstünde L4.
    STERNUM: İman kemiği.
    SUBKARİNAL: Karinanın altında. (Karina: Trakea'nın ikiye ayrıldığı yere verilen isim)
    SUBPLEVRAL: Akciğer zarının altında.
    SÜT BEZESİ: Meme dokusu içerisindeki süt üreten bezler.

    Tıp Sözlüğü - R

    RABİES: Kuduz.
    RADİUS: Ön kolun dış tarafında (baş parmak tarafında) bulunan kemiktir.
    RADİKAL: Sebebe yönelik, köklü.
    RADİKÜL: İnce dal, küçük kök.
    RADİKÜLİT: Omurilikten çıkan sinirlerin (spinal sinir) kök iltihabıdır.
    RADİKÜLOPATİ: Spinal sinir köklerini tutan herhangi bir hastalık.
    RADYOAKTİF: Radyasyon yayan özelliğe sahip.
    RADYODERMATİT: Işına maruz kalmış ciltte meydana gelen dermatit.
    RADYOLOJİ: Genel anlamda X ışınları, ses dalgaları veya diger yöntemleri kullanarak teşhis hizmetleri veren tıp dalıdır.
    RADYOTERAPİ: Işınlama kullanılarak yapılan tedavi yöntemi.
    RAHİM: Uterus, döl yatağı.
    RAŞİTİZM: D vitamini eksikliğinin neden olduğu, çocuklarda görülen bir hastalıktır.Kemik teşekkülünün tam olmaması nedeniyle tedavisi geciktirilmiş, ihmal edilmiş vakalarda uzun kemiklerde deformiteler teşekkül eder.
    RDS ( Respiratory distress syndrome - Respiratuar Distres Sendrom): Prematüre yenidoğanlarda akciğer gelişmemesi veya akciğerdeki yetersiz sürfaktan nedeniyle gelişen solunum yetmezliği.
    REFRAKSİYON: Kırılma.
    REFRAKTOMETRE: Görme bozuklukluklarını ölçen cihaz.
    REJENERASYON: Harap olmuş bir dokunun kendini yenilemesi, tamiri.
    REJİONAL: Bir bölgeye ait.
    REGRESYON: Bir hastalık belirtisinin gerilemesi, şiddetinin azalması.
    REGURJİTASYON: Yenilen yiyecek ve içeceklerin, kusma olmaksızın ağıza geri gelmesi.
    REHABİLİTASYON: Fiziki hareket kusurlarını düzeltme, yeniden kazandırma.
    RELAKSİN: Gebelik esnasında meydana gelen ve doğum işlevinde gevşetici rol oynayan hormon.
    REMİSYON: Hastalık belirtilerinin sönmesi.
    RENAL: Böbrekle ilgili.
    RENAL ARTER: Böbrek arteri.
    REPRODUKTİF : Çoğalabilen.
    RESPİRASYON: Solunum, nefes almak.
    RESPİRATUVAR SİSTEM: Solunum sistemi.
    RESÜSİTASYON: Resusitasyon (resuscitation), solunumu veya kan dolaşımı durmuş bir kişiye dışarıdan yapılan destekleyici müdahalelerdir. Hayati önemi vardır. Bu müdahalelerin herhangi bir ilaç veya cihaz kullanılmadan yapılan kısmına "temel yaşam desteği" denir.
    RETANSİYON: Birikme, toplanıp kalma. ( Örn. İdrar retansiyonu;idrar tutulması, idrar yapamama.)
    RETİKÜLER: Ağ gibi, ağ biçiminde.
    RETİNA: Gözün en iç tabakası, ağ tabaka.
    RETİNİT: Retina iltihabı.
    RETROBULBER: Göz küresinin arka kısmı.
    RETROBULBER NÖRİT: Görme sinirinin, gözün arka kısmındaki bölümünün ani görme kaybı ile karekterize iltihabi durumu.
    RETROGRESSİV: Gerileyen.
    RETROPERİTONEAL: Periton zarının arkasında.
    RETROVERSİ: Bir organın normal konumda değil arkaya doğru eğik durumda olması.
    REVASKÜLARİZASYON: Yeniden damarlanma.
    REYNAUD: Sebebi bilinmeyen, daha çok orta yaşlı kadınlarda rastlanan bir rahatsızlık olup, özellikle soğuğa maruz kalınca parmaklarda morarma ve hissizleşme ile karakterize bir damar rahatsızlığıdır.
    REZEKSİYON: Bir organ veya vücut kısmının bir bölümünün veya tamamının çıkartılması.
    REZİDÜ: Artık, bakiye.
    REZİDÜEL: Kalan, artan. ( Örn. Rezidüel İdrar; İdrar yapıldıktan sonra çıkartılamıyarak geride kalan idrar.)
    REZİSTAN: Mukavim, dirençli.
    REZİSTANS: Direnç, mukavemet.
    REZORBSİYON: Emilme.

    Tıp Sözlüğü - P

    PAKİMENENJİT: Beynin en dış zarının (dura mater) iltihabıdır.
    PANDEMİ: Salgın bir hastalığın kıta düzeyinde çok geniş bir alana yayılmasına verilen isimdir.
    PALİLALİ: Psikolojik bir bozukluk olup, aynı cümle veya kelimenin bir çok defa tekrarlanmasıdır.
    PALYATİF: Hafifletici.
    PALPASYON: Elle dokunularak yapılan muayene.
    PALPİTASYON: Kalp çarpıntısı.
    PALSY: Felç, inme.
    PAN: Bütün.
    PANARİS: Tırnak yatağı iltihabı, dolama.
    PANARTERİT: Bütün arterleri kapsayan iltihabi durum.
    PANKARDİT: Kalbin bütün zarlarının iltihabı.
    PANKREAS: Karın boşluğunun üst tarafında ve bel omurlarının ön kısmında yerleşik bir organdır.Salgılarıyla sindirm fonksiyonuna yardımcı olur ve kan şekerini düzenler.
    PANKREATİT: Pankreas iltihabıdır.
    PANOFTALMİ: Gözün bütün tabakalarının iltihabı.
    PANSİNÜZİT: Bütün yüz sinüslerinin iltihabı.
    PAPİLLOM: Meme başı gibi çıkıntılar yapan iyi huylu tümörler.
    PAPİLLOKARSİNOM: Kötü huylu papillom.
    PAPAVERİN: Opiumdan elde edilen, düz kasların spazmını çözücüetkiye sahip bir alkaloid.
    PAPİLLİT: Görme sinirinin retinaya girdiği yerin(optik papilla)ödemli iltihabı.
    PAPÜL: Ciltteki, sınırları belirgin, kabarık, 1 cm'den küçük çaplı lezyonlardır. 
    PARA: Yanında, yan. Örn. (Para-aortik aortun yanında)
    PARAKARDİAK: Kalbin yanında, kalbe komşu.
    PARALİTİK: Felç olan, felçli kişi.
    PARALİZİ: Felç.
    PARAMEDİAN: Orta hattın yanında, orta hatta yakın.
    PARAMEDİKAL: Bir dereceye kadar tıpla ilgili, hekimliği kısmen ilgilendiren.
    PARANAZAL: Burun boşluğunun yanında, buruna komşu.
    PARANKİM: Bir organ yada bezin görev gören dokusudur. Örneğin, karaciğer parankimi denildiği zaman, karaciğerin bütünü anlaşılır.
    PARAOZEFAGEAL: Özefagusun ( yemek borusu ) yanında yer alan.
    PARAPLEJİ: Belden aşağı her, iki bacağın tutmaması, felç hali.
    PARAPAREZİ: Belden aşağı her iki bacağın kısmi felci, örn. hareket olup, yardımsız yürüyecek kadar güç olmaması.
    PARATİROİD: Tiroid bezi arkasında bulunan dört adet küçük beze verilen isim.
    PARATİROİDEKTOMİ: Paratiroidlerin ameliyatla çıkartılması.
    PARATRAKEAL: Nefes borusunun yanında yer alan.
    PARAVERTEBRAL: Omurganın ( Vertebral Kolon ) yanında yer alan.
    PARAZİTEMİ: Kanda parazit bulunması.
    PARAZİT: Asalak.
    PARASENTEZ: İçinde su veya cerahat toplanmış bir vücut boşluğundaki sıvıyı çıkarmak için yapılan delme ameliyatı.
    PARENKİM: Organın kendine özel doku yapısı.
    PARENTERAL: İlaç veya serumların ağız yolu ile değil damar yolu, adele içi gibi yollarla verilmesi.
    PARESTEZİ: Uyuşma, karıncalanma veya yanma hissi gibi duyusal bozukluklar.
    PARİETAL KEMİK: Kafatasının her iki yan tarafındaki kemiklere verilen isim.
    PAROKSİSMAL: Ani ve geçici krizler halinde gelen.
    PARSİYEL: Bütününü kapsamayan, tam olmayan, kısmi.
    PARTİKÜL: Parçacık, zerre.
    PARTUS: Doğum.
    PAROTİS BEZİ: Kulak altı tükrük bezi.
    PAROTİTİS: Kabakulak.
    PATELLA: Diz kapağı kemiği.
    PATOJEN: Hastalık yapan madde veya mikroorganizmalar.
    PATOGENEZ: Hastalığın esas ve gelişimi.
    PATOGNOMONİK: Bir hastalık için çok özel belirti, bu varsa mutlaka o hastalık akla gelmelidir gibi.
    PATOLOJİK: Normal olmayan, hastalıklı.
    PATOLOG: Hastalık nedeni ile dokularda meydana gelen değişimleri inceleyen bilimle uğraşan kişi.
    PEDİATRİ: Çocuk hastalıkları ile uğraşan tıp dalı.
    PEDİATRİST: Çocuk hastalıkları uzmanı.
    PELVİS: Leğen kemiği.
    PENİS: Erkek cinsel organı.
    PERİTON: Karın içi organları çepeçevre saran, karın boşluğunun iç yüzünü örten zardır.
    PERİTONİT: Peritonun iltihabıdır.
    PERORAL: Ağız yolu ile.
    PETEŞİ: Ciltte nokta biçiminde kanamalar. (Damar dışına kan çıkması)
    PHENOTYPE: Kişinin kalıtsal yapısının dışa akseden görünümü, aynı tür fertlerini belirleyen, gözle görülebilen özelliklerin tümü.
    PITRIASIS: Daha çok gövdede ve uzuvların gövdeye yakın yerlerinde yerleşen, bazan kepeklenme gösteren bir cilt hastalığıdır. Çeşitli türleri vardır, bunlardan PITRIASIS VERSICOLOR'da deniz mevsimlerinde hasta olan bölge güneş ışını almadığı için daha belirgin hale gelir.
    PLAK: Plak, dermatologlar için açık bir anlamı olan ancak başkaları tarafından genellikle anlaşılmayan bir terimdir. Yüksekliğine oranla kapladığı alan geniştir ve keskin bir kenarı vardır. Plaklar en sık sedef hastalığında (psöriasis) görülür. 
    PLEVRA: Akciğerleri ve göğüs kafesinin iç yüzünü örten zar.
    PLEVRAL: Plevraya ait.
    PLÖREZİ: Plevra iltihabı. Akciğerin üzerini örten plevra ile göğüs duvarını örten iki plevra yaprağı arasında sıvı birikmesi.
    PLÖRİT: Plevranın, sıvı birikmeksizin kuru iltihabı.
    POLİKİSTİK: Bazı organlarda çok sayıda içi sıvı ile dolu oluşumlara verilen addır. Polikistik böbrek, polikistik meme gibi.
    POLİP: Organların ve vücut boşluklarının iç yüzünü kapsayan mukoza adı verilen tabakadan menşeini almış, saplı iyi huylu küçük ur.
    POSTERİOR LONGİTİDUNAL LİGAMENT: Omurgaların, omurilik kanalına bakan yüzünü saran bağ dokusuna verilen ad. Bu bağ dokusunun omurgaların ön yüzünde olanına da anterior longitidunal ligament adı verilir.
    POSTERO-LATERAL: Arka - yan.
    PROBE KÜRETAJ: Probe Küretaj minik küretlerle ,tahlil amacı ile rahim içi dokusundan numune alma işlemidir.
    PROSTAT: Erkeklerde mesanenin altında ve idar yolunun başlangıcında bulunan genital sisteme ait bir bez.
    PROSTATİT: Prostat iltihabı.
    PSORIASIS: Halk arasında sedef hastalığı olarak bilinir. Sık rastlanan, özellikle diz ve dirseklerde ve vücudun diğer bölgelerinde rastlanan simetrik, kırmızı, kabuklanma ve pullanma gösteren bir cilt hastalığıdır. Sebebi bilinmemektedir. 
    PULMONER: Akciğer veya akciğerlerle ilgili.
    PULMONER ARTER: Akciğerin büyük besleyici arteri.
    PÜSTÜL: Ciltte, içerisinde cerahat bulunan kabarık lezyonlardır.